“Başkasına ait bir memnuniyetin gölgesinde dinlenemezsiniz.”
Elinizdeki eser M.Ö 8000'lerde dilden dile anlatılan epik bir destan olabilirdi. O durumda tanrılar, kahramanlar, mucizeler ve büyük yıkımların öyküsünü okumayı bekleyebilirdiniz.
Aslında “8-9 Senedir Kendimi İyi Hissetmiyorum”da bunların hepsi var. Yalnızca olaylar günümüzde, belirsiz bir kentin belirsiz bir sokağında yer alan “Thunder & Shadows” isimli bir kahvehanede geçiyor. Kahramanları da Ekrem, Mustafa, Sezer, İsmet, Masis ve İkbal.
“Abi izin versen anlatacağım. Demem o ki önce şöyle düşündüm, acaba salonda bir hanım çalışsa çok şık gözükmez mi? Sonra dedim, tabii ki şahane bir şey olur. Arkasından aklıma bu arkadaşım geldi. Her türlü etnik yapıya ve inanca çok saygılı olan Thunder & Shadows'a siyahi bir hanım daha çok yakışır diye düşündüm.”
Dünyanın en saçma mekanında, birbirinden acıklı karakterler etrafında akıp giden bu hikaye bizi hem gülmekten dehşete düşürüyor hem de mikroskobik yaşamlarımıza dürüstçe bakmaya çağırıyor.
“En azından vicdanım rahat mı? Ben, en azından doğru olanı mı yaptım? Bu da yetmiyor değil mi? O zaman, yerimde kim olsa aynı şeyi mi yapardı? İnsanın kendisiyle aynı fikirde olamaması ne fena.”
Bütün enerjisini “iyi” ve “doğru” olanı yapmak için harcayan, ancak ifrata kaçıp büsbütün deliren ve en sonunda birbirinin içine lağımlar akıtan insanların dramını çok tanıdık bulacaksınız.
“Bir çoban gibi güdüyordum Mithat abinin hislerini. Onu erkenden uyandıran sıkıntıları, benim çok değerli koyunlarımdı sanki. Kız kardeşiyle ilgili kaygılarına kaval çalıyordum. Fazla üzüleceği bir konuya değerse dilim, hemen yolluyordum içimdeki sinsi köpeği. Hem onu kurtarıyordum hem de kendi köpekliğimi.”
“Başkasına ait bir memnuniyetin gölgesinde dinlenemezsiniz.”
Elinizdeki eser M.Ö 8000'lerde dilden dile anlatılan epik bir destan olabilirdi. O durumda tanrılar, kahramanlar, mucizeler ve büyük yıkımların öyküsünü okumayı bekleyebilirdiniz.
Aslında “8-9 Senedir Kendimi İyi Hissetmiyorum”da bunların hepsi var. Yalnızca olaylar günümüzde, belirsiz bir kentin belirsiz bir sokağında yer alan “Thunder & Shadows” isimli bir kahvehanede geçiyor. Kahramanları da Ekrem, Mustafa, Sezer, İsmet, Masis ve İkbal.
“Abi izin versen anlatacağım. Demem o ki önce şöyle düşündüm, acaba salonda bir hanım çalışsa çok şık gözükmez mi? Sonra dedim, tabii ki şahane bir şey olur. Arkasından aklıma bu arkadaşım geldi. Her türlü etnik yapıya ve inanca çok saygılı olan Thunder & Shadows'a siyahi bir hanım daha çok yakışır diye düşündüm.”
Dünyanın en saçma mekanında, birbirinden acıklı karakterler etrafında akıp giden bu hikaye bizi hem gülmekten dehşete düşürüyor hem de mikroskobik yaşamlarımıza dürüstçe bakmaya çağırıyor.
“En azından vicdanım rahat mı? Ben, en azından doğru olanı mı yaptım? Bu da yetmiyor değil mi? O zaman, yerimde kim olsa aynı şeyi mi yapardı? İnsanın kendisiyle aynı fikirde olamaması ne fena.”
Bütün enerjisini “iyi” ve “doğru” olanı yapmak için harcayan, ancak ifrata kaçıp büsbütün deliren ve en sonunda birbirinin içine lağımlar akıtan insanların dramını çok tanıdık bulacaksınız.
“Bir çoban gibi güdüyordum Mithat abinin hislerini. Onu erkenden uyandıran sıkıntıları, benim çok değerli koyunlarımdı sanki. Kız kardeşiyle ilgili kaygılarına kaval çalıyordum. Fazla üzüleceği bir konuya değerse dilim, hemen yolluyordum içimdeki sinsi köpeği. Hem onu kurtarıyordum hem de kendi köpekliğimi.”