Askeri Öner, 1945'te Tarsus'da doğdu. O yıllardaki adı Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi olan okulu bitirdi. 68'lerden aldığı ilhamla, yaşamını ulusal/toplumsal kurtuluşa ve tarihin tekerleğini ileri doğru döndürmeye adadı. 12 Mart 1971 darbesi ve Almanya'da 2-3 yıl süren sürgünden sonra 1974'te Türkiye'ye döndü... 1980'e kadar, güney bölgesinde sendikacılık, kooperatifçilik yaptı; işçi ve köylü kitlelerinin örgütlenmesine katkıda bulundu. Sonra hapislik, partisiz kalma dönemi... İşte o boşlukta estetik ve sanatla ilgilenme fırsatı buldu; asıl yeteneğinin nerede olduğunu keşfetti. Yazdığı ilk senaryo, 1989 Yunus Nadi Ödülü aldı. Özel olarak Türklerin tarihine eğilmek ve ideolojik kaynakları ile birlikte Anadolu'daki halk hareketlerini incelemek de bu yıllarda olanaklı oldu. Bu çalışmasını da filmi çevrilsin diye senaryolaştırdı. Genelde romandan senaryo çıkar ise de, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı önceden yazılmış bu senaryodan çıkmıştır. Yazarın, sinemaya olan yöneliminde ve sanata senaryo yazmakla girmesinde etkin bir neden olan görselleştirme gizilgücü, bu ilk romanının biçeminde de izlenir. Anadolu'da Kızılca Halvet romanı, Babai İsyanı'na odaklanmış; isyanın tarihe geçmiş önderlerini ve dayandığı sosyal çevreyi ele almış ve öykülemiştir. Bu isyanın idealleri sonraki köylü isyanlarının da tetikleyicisi olmuş; Alevilik, Bektaşilik biçiminde günümüze kadar da devam edip gelmiştir. Babailer İsyanı, herhangi bir halk isyanından daha başka bir şeydir. İsyanın gerçek niteliğini anlayabilmek için, öncesinde yer alan önemli tarihsel gelişmeleri; Batı'da Haçlı ordusu tarafından İstanbul'un zaptı ve Ortodoks-Hıristiyan coğrafyasında yarattığı ideolojik bunalımı, Doğu'da ise İslam Dünyasında Moğol istilasının yarattığı büyük yıkım ve bunalımları izlemek gerekiyordu. Yazar da bu yolu tutmuştur. Anadolu'da Kızılca Halvet romanı, bir yerde şöyle bir soru da ortaya atıyor: Uygarlığın doruklarında iken, Moğol yayılmacılığını göğüsleyemeyen İslam Dünyası, günümüzün atom silahlarıyla donanmış "Moğollar"ına; ABD emperyalizminin yayılmacılığına İslam'ın başlangıcındaki değerlerine sarılarak direnebilecek midir?.. Acaba Doğu'nun Batı'yla rövanşındaki başarı şansı salt İslami değerlerde mi yatmaktadır?..
Askeri Öner, 1945'te Tarsus'da doğdu. O yıllardaki adı Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi olan okulu bitirdi. 68'lerden aldığı ilhamla, yaşamını ulusal/toplumsal kurtuluşa ve tarihin tekerleğini ileri doğru döndürmeye adadı. 12 Mart 1971 darbesi ve Almanya'da 2-3 yıl süren sürgünden sonra 1974'te Türkiye'ye döndü... 1980'e kadar, güney bölgesinde sendikacılık, kooperatifçilik yaptı; işçi ve köylü kitlelerinin örgütlenmesine katkıda bulundu. Sonra hapislik, partisiz kalma dönemi... İşte o boşlukta estetik ve sanatla ilgilenme fırsatı buldu; asıl yeteneğinin nerede olduğunu keşfetti. Yazdığı ilk senaryo, 1989 Yunus Nadi Ödülü aldı. Özel olarak Türklerin tarihine eğilmek ve ideolojik kaynakları ile birlikte Anadolu'daki halk hareketlerini incelemek de bu yıllarda olanaklı oldu. Bu çalışmasını da filmi çevrilsin diye senaryolaştırdı. Genelde romandan senaryo çıkar ise de, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı önceden yazılmış bu senaryodan çıkmıştır. Yazarın, sinemaya olan yöneliminde ve sanata senaryo yazmakla girmesinde etkin bir neden olan görselleştirme gizilgücü, bu ilk romanının biçeminde de izlenir. Anadolu'da Kızılca Halvet romanı, Babai İsyanı'na odaklanmış; isyanın tarihe geçmiş önderlerini ve dayandığı sosyal çevreyi ele almış ve öykülemiştir. Bu isyanın idealleri sonraki köylü isyanlarının da tetikleyicisi olmuş; Alevilik, Bektaşilik biçiminde günümüze kadar da devam edip gelmiştir. Babailer İsyanı, herhangi bir halk isyanından daha başka bir şeydir. İsyanın gerçek niteliğini anlayabilmek için, öncesinde yer alan önemli tarihsel gelişmeleri; Batı'da Haçlı ordusu tarafından İstanbul'un zaptı ve Ortodoks-Hıristiyan coğrafyasında yarattığı ideolojik bunalımı, Doğu'da ise İslam Dünyasında Moğol istilasının yarattığı büyük yıkım ve bunalımları izlemek gerekiyordu. Yazar da bu yolu tutmuştur. Anadolu'da Kızılca Halvet romanı, bir yerde şöyle bir soru da ortaya atıyor: Uygarlığın doruklarında iken, Moğol yayılmacılığını göğüsleyemeyen İslam Dünyası, günümüzün atom silahlarıyla donanmış "Moğollar"ına; ABD emperyalizminin yayılmacılığına İslam'ın başlangıcındaki değerlerine sarılarak direnebilecek midir?.. Acaba Doğu'nun Batı'yla rövanşındaki başarı şansı salt İslami değerlerde mi yatmaktadır?..