“Dünya, rotasını alışık olmadığımız bir yöne doğru değiştiriyor; ağızı yerine karnından konuşan, taşları peynire dönüştüren, suyun dağa doğru akmasını sağlayan bir büyücülüğe doğru... Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, arp çalan bir eşek, bir filozofun konuşmasından daha fazla ilgi görmekte, maskeli bir yüz, güzel bir çehreden daha değerli bulunmakta, papalar, büyüleri ve kristal küreleriyle kendilerini peygamberlerin efendisi sanmaktalar! Öyle bir zaman ki, anneler, yeni doğan bebeklerinin göbek bağlarından çıkan ve insana sonsuz gençlik bahşettiğine inanılan sıvıyı satılığa çıkarmakta, baltayla kesilmiş gelincik kuyruğunun diş ağrısını geçirdiğine inanılmakta, daha önceleri maneviyatın ve faydalı duaların ardından yürüyen eğitimli keşişler, bir çocuğun doğum arifesindeki sidiğini zıkkımlanmak için yaban ellerde sıra beklemekteler. Simyacılar, hayal ve sanrılar sağlayıp bir an için mutluluk veren, ama daha etkisi geçmeden insanları müptela edip paçavraya dönüştürerek çürüten tehlikeli iksirler icat etmekteler…”
Hıristiyan dünyasının doğudaki en önemli kenti olan Konstantinopol, Türklerin kuşatması altındadır ve düşmek üzeredir. Dilsiz kızıyla birlikte yolu bu kente düşen Mainz’lı ayna ustası Michel Melzer, Avrupa’da henüz bilinmeyen ve ileride başına çok dertler açacak olan matbaacılığı burada öğrenir. Sonunda Mainz kentine geri döner ve orada, matbbanın mucidi olduğu için “Karasanatçı” olmakla suçlanıp hapsedilir. Uzun yıllarını geçirdiği hücresindeyken, yaşadığı çağın özelliklerini yukarıdaki sözleriyle tanımlar.
“Dünya, rotasını alışık olmadığımız bir yöne doğru değiştiriyor; ağızı yerine karnından konuşan, taşları peynire dönüştüren, suyun dağa doğru akmasını sağlayan bir büyücülüğe doğru... Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, arp çalan bir eşek, bir filozofun konuşmasından daha fazla ilgi görmekte, maskeli bir yüz, güzel bir çehreden daha değerli bulunmakta, papalar, büyüleri ve kristal küreleriyle kendilerini peygamberlerin efendisi sanmaktalar! Öyle bir zaman ki, anneler, yeni doğan bebeklerinin göbek bağlarından çıkan ve insana sonsuz gençlik bahşettiğine inanılan sıvıyı satılığa çıkarmakta, baltayla kesilmiş gelincik kuyruğunun diş ağrısını geçirdiğine inanılmakta, daha önceleri maneviyatın ve faydalı duaların ardından yürüyen eğitimli keşişler, bir çocuğun doğum arifesindeki sidiğini zıkkımlanmak için yaban ellerde sıra beklemekteler. Simyacılar, hayal ve sanrılar sağlayıp bir an için mutluluk veren, ama daha etkisi geçmeden insanları müptela edip paçavraya dönüştürerek çürüten tehlikeli iksirler icat etmekteler…”
Hıristiyan dünyasının doğudaki en önemli kenti olan Konstantinopol, Türklerin kuşatması altındadır ve düşmek üzeredir. Dilsiz kızıyla birlikte yolu bu kente düşen Mainz’lı ayna ustası Michel Melzer, Avrupa’da henüz bilinmeyen ve ileride başına çok dertler açacak olan matbaacılığı burada öğrenir. Sonunda Mainz kentine geri döner ve orada, matbbanın mucidi olduğu için “Karasanatçı” olmakla suçlanıp hapsedilir. Uzun yıllarını geçirdiği hücresindeyken, yaşadığı çağın özelliklerini yukarıdaki sözleriyle tanımlar.