“Husserl'in fenomenolojik metodolojisi, başkalık sorununu epistemolojinin sınırlarına hapsederken başkalığa ilişkin bütün tartışmayı yeni bir nesnellik ufku ve yeni bir yöntem arayışı içinde kaybediyor; Heidegger'in fundamental ontolojisi, birlikte-olmayı, insan varoluşunun yapısal bir belirlenimi olarak teslim ediyor; ama vardığı yer sahici bir halk hareketinden başka bir şey değil, Mit [ile] edatını Sein [varlık] uğruna feda ediyor. Elbette ki Levinas'ın yeri ayrı. İlk kez o Avrupa kültürünün krizini, benin başkasıyla somut etik ilişkisini merkeze alarak çözüme kavuşturmayı denemiş ve başkalığın indirgenemez farkından taviz vermeyen bir etik felsefeyi bütün bir etik tarihinde eşine benzerine rastlanmayan bir tarzda olgunlaştırmıştır. Gelgelelim Levinas da, ben ve başkası arasındaki ilişkiyi etik düzlemin ötesinde politik bir boyuta taşıyamıyor...”
Başkası, diğer bir özne olmaktan öte, bir “ikinciliği”, yabancılığı, belirsizliği işaret eden, “tekinsiz” bir kavram. Modern kudretli “Ben”- öznenin oryantalizmle bütünlenen hikâyesi, bu kavramın tarihsel seyri içinde belki en itibarsız ve “yersiz” dönemidir. Peşinden, modernliğin 20. yüzyılda girdiği büyük kriz, müphem ve “tekinsiz” başkalık kavramının kilit bir önem kazanmasına vesile oluyor.
Onur Kartal, böyle kurduğu bağlam içinde, “Batı”yı ve özneyi/öznelliği sorunsallaştırarak başkalık meselesiyle meşgul olmuş üç büyük düşünürün bu alandaki mesaisini tartışıyor. Edmund Husserl'in “Başkalığın fenomenolojisi”, Martin Heidegger'in “Başkalığın fundamental ontolojisi”, Emmanuel Levinas'ın “Başkalık etiği”... (Aynı zamanda, fenomenoloji akımının gelişimini ve potansiyelini yeniden düşünmeyi sağlayan bir muhasebe bu.) Bu düşünsel miras, devrimci mânâda “Başkasının politikası”nı kurmak açısından taşıdığı sınırlılıklara, tıkanmalara da işaret eden eleştirel bir bakışla ele alınıyor kitapta.
“Husserl'in fenomenolojik metodolojisi, başkalık sorununu epistemolojinin sınırlarına hapsederken başkalığa ilişkin bütün tartışmayı yeni bir nesnellik ufku ve yeni bir yöntem arayışı içinde kaybediyor; Heidegger'in fundamental ontolojisi, birlikte-olmayı, insan varoluşunun yapısal bir belirlenimi olarak teslim ediyor; ama vardığı yer sahici bir halk hareketinden başka bir şey değil, Mit [ile] edatını Sein [varlık] uğruna feda ediyor. Elbette ki Levinas'ın yeri ayrı. İlk kez o Avrupa kültürünün krizini, benin başkasıyla somut etik ilişkisini merkeze alarak çözüme kavuşturmayı denemiş ve başkalığın indirgenemez farkından taviz vermeyen bir etik felsefeyi bütün bir etik tarihinde eşine benzerine rastlanmayan bir tarzda olgunlaştırmıştır. Gelgelelim Levinas da, ben ve başkası arasındaki ilişkiyi etik düzlemin ötesinde politik bir boyuta taşıyamıyor...”
Başkası, diğer bir özne olmaktan öte, bir “ikinciliği”, yabancılığı, belirsizliği işaret eden, “tekinsiz” bir kavram. Modern kudretli “Ben”- öznenin oryantalizmle bütünlenen hikâyesi, bu kavramın tarihsel seyri içinde belki en itibarsız ve “yersiz” dönemidir. Peşinden, modernliğin 20. yüzyılda girdiği büyük kriz, müphem ve “tekinsiz” başkalık kavramının kilit bir önem kazanmasına vesile oluyor.
Onur Kartal, böyle kurduğu bağlam içinde, “Batı”yı ve özneyi/öznelliği sorunsallaştırarak başkalık meselesiyle meşgul olmuş üç büyük düşünürün bu alandaki mesaisini tartışıyor. Edmund Husserl'in “Başkalığın fenomenolojisi”, Martin Heidegger'in “Başkalığın fundamental ontolojisi”, Emmanuel Levinas'ın “Başkalık etiği”... (Aynı zamanda, fenomenoloji akımının gelişimini ve potansiyelini yeniden düşünmeyi sağlayan bir muhasebe bu.) Bu düşünsel miras, devrimci mânâda “Başkasının politikası”nı kurmak açısından taşıdığı sınırlılıklara, tıkanmalara da işaret eden eleştirel bir bakışla ele alınıyor kitapta.