Celum'un kıyısına çekildik, ince bir ağacın gölgeliğine. Bilalî'nin değirmi nurani yüzü ve inci gibi ışıldayan dişleriyle gülümseyişi... Bana bunu zaman zalimi unutturamadı. Haci Abi'nin ciddiyetin ak bir pelerin gibi yakıştığı heybetli gövdesiyle gölgeliği adımlayışını da. Ağaca sırtımı vererek bu iki yoldaşımı gururla seyrediyordum. Bu adamlarla hayat da güzeldir, ölüm de diye düşünüyordum. Yerin üstünde olmak da yerin altında olmak da. Gitmek de güzeldir, kalmak da.
“Kararı siz verin!” dedim, “Sizin evet dediğinize, ben şimdiden üç kez evet diyorum!” Onlar da aynı tarzda kararı verme yükümlülüğünü bir diğerinin omuzlarına yıkma arzusundaydılar. Hiç birimiz evlerimize dönmek istemiyorduk, bunda mutabıktık. Yıllarca, on yıllarca dağları mesken tutmaya ahdetmiştik. Gidip vatandaş olmayacaktık. Uyrukların içinde bir kuyruk gibi yaşamayacaktık. Cihad bizi ölümsüz bir gençliğe, hayatın ta kalbine çağırırken kendimizi diri diri mezar kentlere gömmeyecektik. Şıkları ikiye indirgemeyi başarmıştık: Ya giden bu kamyonete binerek Keşmir'deki Müslüman gerillaların arasına katılacaktık. Her şeye rağmen. Ya buradan ayrılıp bizi başka bir cihad-ribat bölgesine götürecek vasıtalar bulacaktık. Her şeye rağmen. “İki sevda-i muhalif arasında” kalakalmıştık.
Celum'un kıyısına çekildik, ince bir ağacın gölgeliğine. Bilalî'nin değirmi nurani yüzü ve inci gibi ışıldayan dişleriyle gülümseyişi... Bana bunu zaman zalimi unutturamadı. Haci Abi'nin ciddiyetin ak bir pelerin gibi yakıştığı heybetli gövdesiyle gölgeliği adımlayışını da. Ağaca sırtımı vererek bu iki yoldaşımı gururla seyrediyordum. Bu adamlarla hayat da güzeldir, ölüm de diye düşünüyordum. Yerin üstünde olmak da yerin altında olmak da. Gitmek de güzeldir, kalmak da.
“Kararı siz verin!” dedim, “Sizin evet dediğinize, ben şimdiden üç kez evet diyorum!” Onlar da aynı tarzda kararı verme yükümlülüğünü bir diğerinin omuzlarına yıkma arzusundaydılar. Hiç birimiz evlerimize dönmek istemiyorduk, bunda mutabıktık. Yıllarca, on yıllarca dağları mesken tutmaya ahdetmiştik. Gidip vatandaş olmayacaktık. Uyrukların içinde bir kuyruk gibi yaşamayacaktık. Cihad bizi ölümsüz bir gençliğe, hayatın ta kalbine çağırırken kendimizi diri diri mezar kentlere gömmeyecektik. Şıkları ikiye indirgemeyi başarmıştık: Ya giden bu kamyonete binerek Keşmir'deki Müslüman gerillaların arasına katılacaktık. Her şeye rağmen. Ya buradan ayrılıp bizi başka bir cihad-ribat bölgesine götürecek vasıtalar bulacaktık. Her şeye rağmen. “İki sevda-i muhalif arasında” kalakalmıştık.