Bu çalışmada, Anadolu'da Dini - Tasavvufi Türk Edebiyatının başlangıç döneminin (13. yüzyıl'ın) öne çıkan şahsiyetlerinden olan üç büyük mutasavvıf; Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli'nin eserlerinden örnek olarak seçilen şiirlerinde "insan" teması, edebiyat ve varoluşçu felsefe disiplinlerinin sınırları çerçevesinde, benzeyen ve ayrılan yönleriyle genel olarak incelenmiş böylece 'insan'a, hem edebiyat hem de bir felsefe ekolü olan Varoluşçuluk açısından disiplinlerarası bir bakışla yaklaşılmıştır. Bu bakışta ortaya çıkan manzara nettir: 13. yüzyıl Anadolu'sunda yaşama dönük kaygılarla dini - mistik bir ortama adeta 'sığınan' insan ile 20. yüzyılda makineleşme, savaşlar vb. sebeplerle yitik varoluşunu arayan insan, bir noktada zaman tünelinde paralel bir çizgide seyretmektedir. Yaşamında bir anlam bulabilmek adına öz yaşamıyla her daim mücadele içinde olan her iki yüzyıl insanı, derin bir kaygı içindedir, umutsuzdur, bir kaçış planı içindedir. Bu kaçış yolu, 13. yüzyıl Anadolu'sunda İslam dininin tesiriyle mistik ve ruhani öğretilerle insanı sonsuzluk yoluna çıkaracak olan Tasavvuf dolayısıyla, İslam dini ve Kur'an olurken, 20. yüzyıl kıta Avrupa'sında düşünür - yazarlarca insan yaşamının anlamını her yönüyle sorgulayan ve sorgulatan Varoluşçuluk öğretisi (ve dahası teist Varoluşçular için Hristiyanlık) olacaktır. Her iki yüzyıl ve dönemi hazırlayan (siyasi, sosyal) etmenler, tamamen 'insan'ı yine kendisine keşfettirecek olan etmenlerdir. Nitekim bu insanlar, kendi varlığındaki 'gizem'i, ya da herkesin görmesi imkansız olan 'eksikliği' yine 'kendi özgür arayışlarıyla' bir sorumluluk bilincinde çözmektedirler.
Bu çalışmada, Anadolu'da Dini - Tasavvufi Türk Edebiyatının başlangıç döneminin (13. yüzyıl'ın) öne çıkan şahsiyetlerinden olan üç büyük mutasavvıf; Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli'nin eserlerinden örnek olarak seçilen şiirlerinde "insan" teması, edebiyat ve varoluşçu felsefe disiplinlerinin sınırları çerçevesinde, benzeyen ve ayrılan yönleriyle genel olarak incelenmiş böylece 'insan'a, hem edebiyat hem de bir felsefe ekolü olan Varoluşçuluk açısından disiplinlerarası bir bakışla yaklaşılmıştır. Bu bakışta ortaya çıkan manzara nettir: 13. yüzyıl Anadolu'sunda yaşama dönük kaygılarla dini - mistik bir ortama adeta 'sığınan' insan ile 20. yüzyılda makineleşme, savaşlar vb. sebeplerle yitik varoluşunu arayan insan, bir noktada zaman tünelinde paralel bir çizgide seyretmektedir. Yaşamında bir anlam bulabilmek adına öz yaşamıyla her daim mücadele içinde olan her iki yüzyıl insanı, derin bir kaygı içindedir, umutsuzdur, bir kaçış planı içindedir. Bu kaçış yolu, 13. yüzyıl Anadolu'sunda İslam dininin tesiriyle mistik ve ruhani öğretilerle insanı sonsuzluk yoluna çıkaracak olan Tasavvuf dolayısıyla, İslam dini ve Kur'an olurken, 20. yüzyıl kıta Avrupa'sında düşünür - yazarlarca insan yaşamının anlamını her yönüyle sorgulayan ve sorgulatan Varoluşçuluk öğretisi (ve dahası teist Varoluşçular için Hristiyanlık) olacaktır. Her iki yüzyıl ve dönemi hazırlayan (siyasi, sosyal) etmenler, tamamen 'insan'ı yine kendisine keşfettirecek olan etmenlerdir. Nitekim bu insanlar, kendi varlığındaki 'gizem'i, ya da herkesin görmesi imkansız olan 'eksikliği' yine 'kendi özgür arayışlarıyla' bir sorumluluk bilincinde çözmektedirler.