Zamane dispozitiflerinin bitmek bilmez çoğalışıyla koşut giden ve aynı ölçüde sınır tanımayan bir özneleştirme yöntemleri enflasyonu var. Buna bakıp da çağımızda öznellik kategorisinin sallantıda olduğu ve tutarlığını kaybettiği sanısına kapılabiliriz. Halbuki gördüğümüz bir siliniş yahut diyalektik bir aşma değil, henüz tek bir kişisel kimliğin dahi kurtulabildiği görülmemiş bu maskaralığı ayyuka çıkaran bir saçılmadır.
Sanayi sonrası demokrasilerin zararsız yurttaşları (bazılarının büyük bir isabetle adlandırmayı önerdikleri gibi Bloom), kendisine her söyleneni canla başla yapanları; en gündelik hareketlerinin, beslenmesi kadar arzularını ilgilendiren hareketlerinin en ufak ayrıntısına kadar dispozitifler tarafından kumanda edilip denetlenmesine göz yumanları, bu yurttaşı -tam da belki bu yüzden- potansiyel bir terörist olarak saymaları yalnızca görünürde bir paradokstur. Bir yandan Avrupa 19. yüzyılda suçu yineleyen suçluların kimliğini tayin etmek üzere icat edilmiş biyometrik dispozitifleri bütün vatandaşlara dayatırken, öte yandan güvenlik kameraları kentlerimizdeki kamusal alanı dev bir hapishane avlusuna çeviriyor. Otoritenin gözünde -belki de haklı olarak- hiçbir şey sıradan insan kadar teröriste benzemiyor.
Her halükarda önemli olan insan topluluğunun, hayvanlardan farklı olan bir ‘birlikte-yaşama' üzerinden tanımlanıyor olması. Bu, ortak bir töze iştirak etmek üzerinden değil, tamamen varoluşsal bir paylaşım olarak, hatta tabiri caizse nesnesiz olarak tanımlanıyor: Dostluk, saf bir olma olgusunu birlikte hissetmedir. Dostların paylaştıkları bir şey yoktur (doğum olsun, yasa, mekan, lezzet olsun): Dostluk, her bölüşmeyi önceleyen bir paylaşmadır çünkü bölüştürdüğü şey varolma olgusunun, yaşamın kendisidir.
Zamane dispozitiflerinin bitmek bilmez çoğalışıyla koşut giden ve aynı ölçüde sınır tanımayan bir özneleştirme yöntemleri enflasyonu var. Buna bakıp da çağımızda öznellik kategorisinin sallantıda olduğu ve tutarlığını kaybettiği sanısına kapılabiliriz. Halbuki gördüğümüz bir siliniş yahut diyalektik bir aşma değil, henüz tek bir kişisel kimliğin dahi kurtulabildiği görülmemiş bu maskaralığı ayyuka çıkaran bir saçılmadır.
Sanayi sonrası demokrasilerin zararsız yurttaşları (bazılarının büyük bir isabetle adlandırmayı önerdikleri gibi Bloom), kendisine her söyleneni canla başla yapanları; en gündelik hareketlerinin, beslenmesi kadar arzularını ilgilendiren hareketlerinin en ufak ayrıntısına kadar dispozitifler tarafından kumanda edilip denetlenmesine göz yumanları, bu yurttaşı -tam da belki bu yüzden- potansiyel bir terörist olarak saymaları yalnızca görünürde bir paradokstur. Bir yandan Avrupa 19. yüzyılda suçu yineleyen suçluların kimliğini tayin etmek üzere icat edilmiş biyometrik dispozitifleri bütün vatandaşlara dayatırken, öte yandan güvenlik kameraları kentlerimizdeki kamusal alanı dev bir hapishane avlusuna çeviriyor. Otoritenin gözünde -belki de haklı olarak- hiçbir şey sıradan insan kadar teröriste benzemiyor.
Her halükarda önemli olan insan topluluğunun, hayvanlardan farklı olan bir ‘birlikte-yaşama' üzerinden tanımlanıyor olması. Bu, ortak bir töze iştirak etmek üzerinden değil, tamamen varoluşsal bir paylaşım olarak, hatta tabiri caizse nesnesiz olarak tanımlanıyor: Dostluk, saf bir olma olgusunu birlikte hissetmedir. Dostların paylaştıkları bir şey yoktur (doğum olsun, yasa, mekan, lezzet olsun): Dostluk, her bölüşmeyi önceleyen bir paylaşmadır çünkü bölüştürdüğü şey varolma olgusunun, yaşamın kendisidir.