“Dünya canı sıkıldıkça ya da mutlu oldukça çocuklar doğurmuş bir ana gibi zaten. Hepimizin anası. Bazen sütünü veriyor doyuruyor, bazen zehrinden koklatıyor da her şeyi alıyor. Bazen saçlarını tarayıp salıveriyor, tüm güzelliğini gösteriyor; bazen peçesini takıyor da işvesini gizliyor. Yürütüyor önce ellerimizi tutarak, sonra itekliyor tam bağrının ortasına. Solu soluyabilirsen beni, diyor. Bazen saçlarını okşuyor. Bazense yoluyor saçlarını, ellerine veriyor. İşte böyle biraz şefkatinden gösterince acılarına sabretmeyi öğretiyor ki tekrar o şefkat anı gelsin; tekrar o doyumsuz güzelliğini göstersin bize diye bekliyoruz.”
Bütün bunların ne olduğunu anlayacaktım ama önce ağlamam gerekiyordu.
“Dünya canı sıkıldıkça ya da mutlu oldukça çocuklar doğurmuş bir ana gibi zaten. Hepimizin anası. Bazen sütünü veriyor doyuruyor, bazen zehrinden koklatıyor da her şeyi alıyor. Bazen saçlarını tarayıp salıveriyor, tüm güzelliğini gösteriyor; bazen peçesini takıyor da işvesini gizliyor. Yürütüyor önce ellerimizi tutarak, sonra itekliyor tam bağrının ortasına. Solu soluyabilirsen beni, diyor. Bazen saçlarını okşuyor. Bazense yoluyor saçlarını, ellerine veriyor. İşte böyle biraz şefkatinden gösterince acılarına sabretmeyi öğretiyor ki tekrar o şefkat anı gelsin; tekrar o doyumsuz güzelliğini göstersin bize diye bekliyoruz.”
Bütün bunların ne olduğunu anlayacaktım ama önce ağlamam gerekiyordu.