Küçüktüm, “uzun yağmurlardan sonra” bahar gelirdi. Karnelerimizi alır almaz, yaz başı ver elini Alucra. Ordu, Bulancak, Giresun, Dereli, Kümbet, Avutmuş, nihayet Alucra ve Karaağaç köyü (Karaağaç o yıllarda köydü.) Aktepe sapağının biraz ilerisinde, Beksimet'in altına doğru, şimdiki Şehitliğin oralarda inerdik Ömer Çavuş'un kamyon bozması otobüsünden. Evimize çıkan en yakın yol oralarda bir yerlerdeydi. Buğdaylar yeni yeni sararmış olurlardı. Gelincikler upuzun bir kırmızılığın içinde bırakırlardı bizi. Tozlu yollar boyunca yürürdük. Kuşlar peşimiz sıra zikzaklar çizerek uçarlardı. Ya da yorgunluktan biz öyle sanırdık. Mahcup ve ürkek kızlar başları önde, ellerinde değnekler, koyun ya da sığır peşinde, bizi görmemiş gibi davranırlardı; yaşıtımız olan kızlar… Sanki hepsi annelerinden esmer doğmuşlardı.
Küçüktüm, “uzun yağmurlardan sonra” bahar gelirdi. Karnelerimizi alır almaz, yaz başı ver elini Alucra. Ordu, Bulancak, Giresun, Dereli, Kümbet, Avutmuş, nihayet Alucra ve Karaağaç köyü (Karaağaç o yıllarda köydü.) Aktepe sapağının biraz ilerisinde, Beksimet'in altına doğru, şimdiki Şehitliğin oralarda inerdik Ömer Çavuş'un kamyon bozması otobüsünden. Evimize çıkan en yakın yol oralarda bir yerlerdeydi. Buğdaylar yeni yeni sararmış olurlardı. Gelincikler upuzun bir kırmızılığın içinde bırakırlardı bizi. Tozlu yollar boyunca yürürdük. Kuşlar peşimiz sıra zikzaklar çizerek uçarlardı. Ya da yorgunluktan biz öyle sanırdık. Mahcup ve ürkek kızlar başları önde, ellerinde değnekler, koyun ya da sığır peşinde, bizi görmemiş gibi davranırlardı; yaşıtımız olan kızlar… Sanki hepsi annelerinden esmer doğmuşlardı.