Ayşe İlker her ne kadar akademisyen kimliğiyle tanınsa da aslında 1970'li yıllardan beri Ana, Töre, Divan, Doğuş ve Kanat gibi dergilerde pek çok hikâyesi yayımlandı. 1986'ya kadar yazdığı hikâyeleri Kültür Bakanlığı Gençlik Dizisi içinde “Bir Başka Sevda” adıyla yayımlandı. Kültür Bakanlığı'nın bir projesi olarak yurt dışındaki Türk işçilerinin çocuklarına yönelik hazırlanan hikâye dizisinde “Türk Misafirperverliği” (Turkish Hospitality) kitabını yazdı ve bu hikâyeler İngilizce tercümesiyle basıldı. Daha sonra, bilimsel çalışmalarını ve On İki Eylül'ü konu edindiği bazı deneme ve hikâyeleri Töre, Berceste ve Kardeş Kalemler gibi dergilerde yayımlandı. Eflatun Hüzünler başlığı altında topladığı yirmi bir hikâyesinde Ayşe İlker, Türkçeyi ne kadar duru ve ne kadar latif bir şekilde kullandığını insanlık hâlleri üzerinden okuyucularına gösteriyor. “Hülya, mektubun devamını okuyamadı. İçinde tortop olan acılar, bir hıçkırıkla fırladı dışarı. Gözyaşları mektubun üzerine düştü. Eflâtun hüzünlü kadın, Melek, kokular, deri çantalar, parlak kıyafetler, topuz saçlar… Hepsi birbirine karışıp, mektubun üzerine kapkara bir görüntü olarak oturdu. Saçlarında uzak akraba kadının gözyaşlarını, sıcak nefesini hissetti. Gülümseyen bir kız resmi “Bu benim Meleğim” sesiyle kara görüntüyü yerinden kaldırdı.”
Ayşe İlker her ne kadar akademisyen kimliğiyle tanınsa da aslında 1970'li yıllardan beri Ana, Töre, Divan, Doğuş ve Kanat gibi dergilerde pek çok hikâyesi yayımlandı. 1986'ya kadar yazdığı hikâyeleri Kültür Bakanlığı Gençlik Dizisi içinde “Bir Başka Sevda” adıyla yayımlandı. Kültür Bakanlığı'nın bir projesi olarak yurt dışındaki Türk işçilerinin çocuklarına yönelik hazırlanan hikâye dizisinde “Türk Misafirperverliği” (Turkish Hospitality) kitabını yazdı ve bu hikâyeler İngilizce tercümesiyle basıldı. Daha sonra, bilimsel çalışmalarını ve On İki Eylül'ü konu edindiği bazı deneme ve hikâyeleri Töre, Berceste ve Kardeş Kalemler gibi dergilerde yayımlandı. Eflatun Hüzünler başlığı altında topladığı yirmi bir hikâyesinde Ayşe İlker, Türkçeyi ne kadar duru ve ne kadar latif bir şekilde kullandığını insanlık hâlleri üzerinden okuyucularına gösteriyor. “Hülya, mektubun devamını okuyamadı. İçinde tortop olan acılar, bir hıçkırıkla fırladı dışarı. Gözyaşları mektubun üzerine düştü. Eflâtun hüzünlü kadın, Melek, kokular, deri çantalar, parlak kıyafetler, topuz saçlar… Hepsi birbirine karışıp, mektubun üzerine kapkara bir görüntü olarak oturdu. Saçlarında uzak akraba kadının gözyaşlarını, sıcak nefesini hissetti. Gülümseyen bir kız resmi “Bu benim Meleğim” sesiyle kara görüntüyü yerinden kaldırdı.”