“1587: Saint-Julien köyü sakinleri, Saint-Jean-de-Maurienne'deki piskoposluk yargıcına başvurarak bir yaprak biti sürüsüne karşı dava açarlar.“
Luc Ferry, bu inanılması güç fakat gerçek öyküden hareketle, “ağaç, hayvan ve insan“ denkleminde, insanlık tarihi boyunca süregelmiş olan çözümsüz bir sorunun altını çiziyor: İnsanoğlunun doğa karşısındaki konumu nedir? İnsan, doğa karşıtı bir varlık mıdır? “Doğayla Sözleşme“ mümkün müdür?
Hayvan davalarından, yargılanan ağaçlardan, kişisel haklarını talep eden böceklerden, “derin ekolojist“lerden, hayvanlardan korkan hümanizmden, Yeşiller Partisi'nden, Nazi ekolojisinden, Ekofeminizmden oluşan bu cehennemvari yeni düzen, çılgın bir sirki andıran bu yeryüzü sahnesi, ruh-beden ilişkisinin, doğadaki şiddetin, aklın ve akıldışının sorgulandığı grotesk bir mahkemeye dönüşüyor.
Luc Ferry, doğa-insan ilişkisine içkin olan tüm önkabulleri ve çelişkileri ortaya çıkarıyor; azılı çevreciyle vurdumduymaz, burnubüyük hümanistin gizli söylemlerini gözler önüne seriyor.
“1587: Saint-Julien köyü sakinleri, Saint-Jean-de-Maurienne'deki piskoposluk yargıcına başvurarak bir yaprak biti sürüsüne karşı dava açarlar.“
Luc Ferry, bu inanılması güç fakat gerçek öyküden hareketle, “ağaç, hayvan ve insan“ denkleminde, insanlık tarihi boyunca süregelmiş olan çözümsüz bir sorunun altını çiziyor: İnsanoğlunun doğa karşısındaki konumu nedir? İnsan, doğa karşıtı bir varlık mıdır? “Doğayla Sözleşme“ mümkün müdür?
Hayvan davalarından, yargılanan ağaçlardan, kişisel haklarını talep eden böceklerden, “derin ekolojist“lerden, hayvanlardan korkan hümanizmden, Yeşiller Partisi'nden, Nazi ekolojisinden, Ekofeminizmden oluşan bu cehennemvari yeni düzen, çılgın bir sirki andıran bu yeryüzü sahnesi, ruh-beden ilişkisinin, doğadaki şiddetin, aklın ve akıldışının sorgulandığı grotesk bir mahkemeye dönüşüyor.
Luc Ferry, doğa-insan ilişkisine içkin olan tüm önkabulleri ve çelişkileri ortaya çıkarıyor; azılı çevreciyle vurdumduymaz, burnubüyük hümanistin gizli söylemlerini gözler önüne seriyor.