Emanet Hikâyeler, her biri öykücülüğümüzün önemli durakları olan öykücülerin sembolik olarak emanet ettiği hikâyelerin, Necip Tosun'un yorumu, üslubu ve bakış açısıyla yazdığı öykülerden oluşuyor. Öyküler bu yanıyla hikâyelerin, konuların, durumların her anlatıcıyla birlikte değişeceğini, bir nakşa şeye dönüşebileceğini örnekler. Yazmanın başlı başına büyülü bir yolculuk, yaratma coşkusu ve şaşırtıcı keşifler olduğuna işaret eden öyküler her karakterin, yeni ve biricik olacağını ortaya koyuyor.
Necip Tosun'un öykülerinde, her şeye bir “hikâye” olarak bakan durmaksızın hikayeler devşirip kurgulamaya çalışan bir anlatıcı etrafında oluşturulan, yazıyı hayatla yüzleşmenin bir aracı yapan güç var. Edebiyatı hayatın içine sokup kurgu ve gerçeği karşılaştırarak, hayatı yazınsal düzlemle, edebiyatı yaşamsal alanlarla test ediyor ve gerçeğin yazıya aktarılırken nasıl doğal halinden kopup başka bir biçime dönüştüğünü gündeme getiriyor. Bu öyküler, insanın asıl anlatıcısını bulmadan hikâyesinin de bir anlamı olmayacağı gerçeğinden hareketle, hikâyelerini akışkanlık, şiirsellik ve yoğunlukla dile getirirken, gerçek anlatıcısının kendisinin olduğunun da bir ispatı.
Emanet Hikâyeler, her biri öykücülüğümüzün önemli durakları olan öykücülerin sembolik olarak emanet ettiği hikâyelerin, Necip Tosun'un yorumu, üslubu ve bakış açısıyla yazdığı öykülerden oluşuyor. Öyküler bu yanıyla hikâyelerin, konuların, durumların her anlatıcıyla birlikte değişeceğini, bir nakşa şeye dönüşebileceğini örnekler. Yazmanın başlı başına büyülü bir yolculuk, yaratma coşkusu ve şaşırtıcı keşifler olduğuna işaret eden öyküler her karakterin, yeni ve biricik olacağını ortaya koyuyor.
Necip Tosun'un öykülerinde, her şeye bir “hikâye” olarak bakan durmaksızın hikayeler devşirip kurgulamaya çalışan bir anlatıcı etrafında oluşturulan, yazıyı hayatla yüzleşmenin bir aracı yapan güç var. Edebiyatı hayatın içine sokup kurgu ve gerçeği karşılaştırarak, hayatı yazınsal düzlemle, edebiyatı yaşamsal alanlarla test ediyor ve gerçeğin yazıya aktarılırken nasıl doğal halinden kopup başka bir biçime dönüştüğünü gündeme getiriyor. Bu öyküler, insanın asıl anlatıcısını bulmadan hikâyesinin de bir anlamı olmayacağı gerçeğinden hareketle, hikâyelerini akışkanlık, şiirsellik ve yoğunlukla dile getirirken, gerçek anlatıcısının kendisinin olduğunun da bir ispatı.