Önce siyasallaşmadan uzak bir “haysiyet ayaklanması” olarak tanımlandı Gezi. Ardından “beyaz yaka”ları saymaya başladılar, köfteciler ve çaycılar kimine göre “prekarya,” kimine göre “orta sınıf”tandı, veganlar dahil. En Marksist olanlar bile Gezi'nin sınıfsal faili olarak sosyolojik bir “orta”lamaya sığındılar: Halk –ve ayaklanması.
Anketler havalarda uçuştu, istatistikler tutuldu: Onlar hem “plazacılar” hem de “çapulcular”dı; mezun oldukları okula, kullandıkları otomobile, cep telefonu şarjlarına göre tasnif edildiler; katmanlara, tabakalara, segmentlere, fraktallara, dilimlere ayrıldılar… Ne var ki işçi sınıfına eser miktarda olsun rastlanılmamıştı.
Gezi'nin sınıf karakteri üzerine sıcağı sıcağına yapılan yorumlarda genelde Max Weber'den Anthony Giddens'a, Pierre Bourdieu'dan Guy Standing'e, Erik Olin Wright'tan Antonio Negri ve Michael Hardt'a pek çok teorisyenin savları temel alındı. Ardından teorileri, Gezi bağlamında, toplumsal sınıfların çözümlenmesi ve sınıfsal aidiyetlerin belirlenmesinde ikinci elden, yerli takipçileri tarafından pek çok makalede işlendi. Tümünün ortak yanı, tıpkı üstatları gibi, Marksist sınıf anlayışının 21. yüzyılın sorunlarını kavramaya yeterli olmadığını, çözümler üretemediğini kanıtlamaktı.
Selim Ergunalp tüm bu neoliberal sınıf teorilerini mercek altına alıyor, savlarını inceliyor, Marksizme yönelttikleri eleştirilerin bazen yanlış çevirilere ama genelde birinci elden kaynaklara başvurulmamasına dayandığını gösteriyor; ardından bakış açıları ve iddialarının temelsizliğini sergiliyor.
Bunu yaparken Levent Göker'den Sarphan Uzunoğlu'na, Ayşe Buğra'dan Can Özatalay'a, Levent Ünsaldı ve Güney Çeğin'den Utku Balaban'a ve daha pek çok yerli yorumcunun tezlerinin neden sınıfa yaklaşamadığını ve sınıfı geçemediğini de izah ediyor.
Önce siyasallaşmadan uzak bir “haysiyet ayaklanması” olarak tanımlandı Gezi. Ardından “beyaz yaka”ları saymaya başladılar, köfteciler ve çaycılar kimine göre “prekarya,” kimine göre “orta sınıf”tandı, veganlar dahil. En Marksist olanlar bile Gezi'nin sınıfsal faili olarak sosyolojik bir “orta”lamaya sığındılar: Halk –ve ayaklanması.
Anketler havalarda uçuştu, istatistikler tutuldu: Onlar hem “plazacılar” hem de “çapulcular”dı; mezun oldukları okula, kullandıkları otomobile, cep telefonu şarjlarına göre tasnif edildiler; katmanlara, tabakalara, segmentlere, fraktallara, dilimlere ayrıldılar… Ne var ki işçi sınıfına eser miktarda olsun rastlanılmamıştı.
Gezi'nin sınıf karakteri üzerine sıcağı sıcağına yapılan yorumlarda genelde Max Weber'den Anthony Giddens'a, Pierre Bourdieu'dan Guy Standing'e, Erik Olin Wright'tan Antonio Negri ve Michael Hardt'a pek çok teorisyenin savları temel alındı. Ardından teorileri, Gezi bağlamında, toplumsal sınıfların çözümlenmesi ve sınıfsal aidiyetlerin belirlenmesinde ikinci elden, yerli takipçileri tarafından pek çok makalede işlendi. Tümünün ortak yanı, tıpkı üstatları gibi, Marksist sınıf anlayışının 21. yüzyılın sorunlarını kavramaya yeterli olmadığını, çözümler üretemediğini kanıtlamaktı.
Selim Ergunalp tüm bu neoliberal sınıf teorilerini mercek altına alıyor, savlarını inceliyor, Marksizme yönelttikleri eleştirilerin bazen yanlış çevirilere ama genelde birinci elden kaynaklara başvurulmamasına dayandığını gösteriyor; ardından bakış açıları ve iddialarının temelsizliğini sergiliyor.
Bunu yaparken Levent Göker'den Sarphan Uzunoğlu'na, Ayşe Buğra'dan Can Özatalay'a, Levent Ünsaldı ve Güney Çeğin'den Utku Balaban'a ve daha pek çok yerli yorumcunun tezlerinin neden sınıfa yaklaşamadığını ve sınıfı geçemediğini de izah ediyor.