Balafur Dağı'nı duman basmış, görünmüyordu. Gece karanlık, yıldızlar belirli belirsiz... Kadı Ovası koyu sisler içinde... Yeşilırmak görünmüyor, bir türlü ay da doğmuyordu. Şeyh Beytullah'ın tinsel ve tensel dokundurmalı belden aşağı maşana altı söylevinden sonra, cümle kafalar karışık. Bakışlar şaşkın... Ama hiç kimse ileri gidildiğini, o kıza ayıp edildiğini söyleyemiyor, veresiye tokatlanmış rakılara vuruyorlardı. Efkârlanıyorlar, nara savuruyorlar, bağırlarını açıyorlar, ata tuta ayarsız ve esrik kahkahalar atıyorlar. Düşsel temas anının hazzıyla kalın sarılmış tütünlerini dumanlıyorlardı. Meğer ne kâfirliği, ne günahı? Üstelik nikâh da uygunmuş... Peşine düşmeyen mi kalırdı?
Çok çabuk duyulmuştu; onun nişanı takılıyordu. Balafur Dağı dumanlı... Gece karanlık... Yaprak kımıldamıyordu. Ağaçların ve maşanaların altındaki el lambalarının titrek ışığında inakların, tinsel ritüel ve inançların baskısı altındaki tensel açlıkları kursaklarında çatallanıyor onun adını ve sözünü etmeyi engelliyor. Bu yüzdendir ki, iç seslerinde akşam yatarken o, sabah kalkarken o... Şeyhin mollanın ağzında o, cuma vaazlarında bile o! O denli çok konuşuldu ki köy içinde, her yan rakı koktu.
Köyün güzel kızı, tek yetimi o denli kulaklarda çınladı, yerilip dillendi ki, yılan olsa sevilir, çökertilip ısırılır. Herkes onu dişine kolay buldu. Gözüne çoktan kestirdi. Bambaşka hesaplar ve düşler içinde rakılarını içecekler. Sonra evlerine çekilecekler. Ve sonra odalarına dalıp, yatakta karılarını bekleyecekler. İster istesinler, ister istemesinler, karılarının üstüne çökecekler. Efkârlı esrik kafalarında beliren silüetiyle onun adını sayıklayarak, ekşi nefesleri ve gemli ağızlarıyla hırlaya hırlaya karılarını öpmeye girişecekler.
Balafur Dağı'na duman çökmüş, görünmüyordu. Gece karanlık… Ay da bir türlü doğmuyordu.
Balafur Dağı'nı duman basmış, görünmüyordu. Gece karanlık, yıldızlar belirli belirsiz... Kadı Ovası koyu sisler içinde... Yeşilırmak görünmüyor, bir türlü ay da doğmuyordu. Şeyh Beytullah'ın tinsel ve tensel dokundurmalı belden aşağı maşana altı söylevinden sonra, cümle kafalar karışık. Bakışlar şaşkın... Ama hiç kimse ileri gidildiğini, o kıza ayıp edildiğini söyleyemiyor, veresiye tokatlanmış rakılara vuruyorlardı. Efkârlanıyorlar, nara savuruyorlar, bağırlarını açıyorlar, ata tuta ayarsız ve esrik kahkahalar atıyorlar. Düşsel temas anının hazzıyla kalın sarılmış tütünlerini dumanlıyorlardı. Meğer ne kâfirliği, ne günahı? Üstelik nikâh da uygunmuş... Peşine düşmeyen mi kalırdı?
Çok çabuk duyulmuştu; onun nişanı takılıyordu. Balafur Dağı dumanlı... Gece karanlık... Yaprak kımıldamıyordu. Ağaçların ve maşanaların altındaki el lambalarının titrek ışığında inakların, tinsel ritüel ve inançların baskısı altındaki tensel açlıkları kursaklarında çatallanıyor onun adını ve sözünü etmeyi engelliyor. Bu yüzdendir ki, iç seslerinde akşam yatarken o, sabah kalkarken o... Şeyhin mollanın ağzında o, cuma vaazlarında bile o! O denli çok konuşuldu ki köy içinde, her yan rakı koktu.
Köyün güzel kızı, tek yetimi o denli kulaklarda çınladı, yerilip dillendi ki, yılan olsa sevilir, çökertilip ısırılır. Herkes onu dişine kolay buldu. Gözüne çoktan kestirdi. Bambaşka hesaplar ve düşler içinde rakılarını içecekler. Sonra evlerine çekilecekler. Ve sonra odalarına dalıp, yatakta karılarını bekleyecekler. İster istesinler, ister istemesinler, karılarının üstüne çökecekler. Efkârlı esrik kafalarında beliren silüetiyle onun adını sayıklayarak, ekşi nefesleri ve gemli ağızlarıyla hırlaya hırlaya karılarını öpmeye girişecekler.
Balafur Dağı'na duman çökmüş, görünmüyordu. Gece karanlık… Ay da bir türlü doğmuyordu.