Çoğu ancak rakamsal anlamda var olarak kabul edilen, itiraz edilebilirliği en fazla tehdide dönüşebilirliği önemsenerek değerlendirilen, kazalarında kaybı hesaba dahil edilmeden iş gücü olarak görülen, savaşta ilk ölmesi gereken, oy için mitinglerde kalabalıklığı ile övünmek için var sayılan, ancak bir faciada dram hayatları medyadan öğrenilip hemen unutulan, fakat çocukluğundan itibaren hayallerle avutulan, inancı hedefi ne olursa olsun ahlak ve adaletin dışında bir inanışla taraf ilan edilerek hep aldatılan ve aldanışını fark edemeyen halkıma…
Diyerek bitirdiği önsözünde yazar, romana dair bazı ipuçları veriyor aslında bizlere. Kurgudan, gerçeğe, hayalden yanılgılara doğru ilerlerken, adeta Tolstoy'un yazınsal ruhuyla sesleniyor okura bu ilk romanında. Bir ilk roman fakat öyle bir ilk roman ki, adeta usta bir yazarın edebi üslubuyla ve sağlam bir kurgusuyla ilerliyor ve okudukça içine alıyor okuru. Edebi birikimleri bir bina olarak ele alırsak, o binada sağlam bir tuğla olmaya aday olduğunu gösteriyor, tuğla gibi dediğimiz kitaplardan olan bu roman.
Konusuna gelince; Siyasal İslam'ın iktidara uzandıkça nasıl da kirlendiğini ilmik ilmik dokuyor adeta kahramanın yaşamı etrafında. Bir zamanlar gönül bağıyla bağlandığı ve ilk gençlik yıllarından itibaren içerisinde bulunduğu ve tüm gücüyle katkı sunduğu siyasal İslam hareketinin bugün geldiği nokta itibariyle yaşattığı büyük hayal kırıklıklarını, içerden bir sesle anlatıyor yazar.Bugün dışlanmış, ötelenmiş ve adalet duygusunu yitirmiş, bir inanç gibi bağlandığı güzel bir dünya kurma adına büyüttüğü hayallerinin teslim edildiği ellerde nasılda elitleşen iktidar gücüyle hırpalanıp pazarlandığını görmenin getirdiği kırgınlıkları bir iç sorgulamasıyla yanıtlamaya çalışan kahramanımız, acaba nerde yanlış yaptık? Veya tertemiz olarak başlayanın nasıl da bu kadar kirletilebilindiği? Bir zamanların mazlumlarının nasıl da acımasız bir zalime dönüştüğünü anlatarak, aynı zamanda, iktidar kirletir mi? Adalet burada da değilse nerede? Sorusunu da soruyor hem okura hem de acı bir şekilde kendisine…
Sahi hayal gerçeğin neresinde?
Çoğu ancak rakamsal anlamda var olarak kabul edilen, itiraz edilebilirliği en fazla tehdide dönüşebilirliği önemsenerek değerlendirilen, kazalarında kaybı hesaba dahil edilmeden iş gücü olarak görülen, savaşta ilk ölmesi gereken, oy için mitinglerde kalabalıklığı ile övünmek için var sayılan, ancak bir faciada dram hayatları medyadan öğrenilip hemen unutulan, fakat çocukluğundan itibaren hayallerle avutulan, inancı hedefi ne olursa olsun ahlak ve adaletin dışında bir inanışla taraf ilan edilerek hep aldatılan ve aldanışını fark edemeyen halkıma…
Diyerek bitirdiği önsözünde yazar, romana dair bazı ipuçları veriyor aslında bizlere. Kurgudan, gerçeğe, hayalden yanılgılara doğru ilerlerken, adeta Tolstoy'un yazınsal ruhuyla sesleniyor okura bu ilk romanında. Bir ilk roman fakat öyle bir ilk roman ki, adeta usta bir yazarın edebi üslubuyla ve sağlam bir kurgusuyla ilerliyor ve okudukça içine alıyor okuru. Edebi birikimleri bir bina olarak ele alırsak, o binada sağlam bir tuğla olmaya aday olduğunu gösteriyor, tuğla gibi dediğimiz kitaplardan olan bu roman.
Konusuna gelince; Siyasal İslam'ın iktidara uzandıkça nasıl da kirlendiğini ilmik ilmik dokuyor adeta kahramanın yaşamı etrafında. Bir zamanlar gönül bağıyla bağlandığı ve ilk gençlik yıllarından itibaren içerisinde bulunduğu ve tüm gücüyle katkı sunduğu siyasal İslam hareketinin bugün geldiği nokta itibariyle yaşattığı büyük hayal kırıklıklarını, içerden bir sesle anlatıyor yazar.Bugün dışlanmış, ötelenmiş ve adalet duygusunu yitirmiş, bir inanç gibi bağlandığı güzel bir dünya kurma adına büyüttüğü hayallerinin teslim edildiği ellerde nasılda elitleşen iktidar gücüyle hırpalanıp pazarlandığını görmenin getirdiği kırgınlıkları bir iç sorgulamasıyla yanıtlamaya çalışan kahramanımız, acaba nerde yanlış yaptık? Veya tertemiz olarak başlayanın nasıl da bu kadar kirletilebilindiği? Bir zamanların mazlumlarının nasıl da acımasız bir zalime dönüştüğünü anlatarak, aynı zamanda, iktidar kirletir mi? Adalet burada da değilse nerede? Sorusunu da soruyor hem okura hem de acı bir şekilde kendisine…
Sahi hayal gerçeğin neresinde?