21. Yüzyılda babalar, ebeveynlik görevini iyi şekilde yerine getiren, çocukların bakımında aktif görev alan, sıcak, güvenilir, kolay ulaşılabilen ilgili ebeveyn olarak kodlanmaktadır. Bu yüzyılın en önemli bilgi yayma kanalları olan televizyon ve internet dünyasında babalar, genellikle çocuklarına sarılırken, onları beslerken, onlarla oyun oynarken ve aile bireyleri için yemek hazırlarken resmedilmektedir. Ancak bu tablonun gerçeği ne kadar yansıttığı ciddi tartışma bir konusudur. 21. Yüzyıl iddia ettiği gibi, ilgisiz, mesafeli, otoriter, duygusal olarak ulaşılamayan geleneksel babanın izlerini tamamen ortadan kaldıramamış ve yerine modern baba figürünü yerleştirmeyi tam olarak başaramamıştır. Bugün dahi birçok ailede ve toplumda ilgisiz, otoriter, mesafeli ve çocuklarının bakımında aktif rol almayan geleneksel babaların izlerine rastlamak mümkündür.
Günümüz dünyasında pek çok kişi ister yetişkin ister genç isterse çocuk olsun, fiziksel ve duygusal yakınlık kuramadıkları babalarının ruhsal süreçlerinde açtığı acılarla mücadele etmektedirler. Çocukları ile derin, anlamlı, özel ilişki kurumayan bu babalar bir nevi kayıp ve/veya gölge figürler bir diğer deyişle “belirsiz kayıp” olarak kabul edilirler. Yaşamın ilk günlerinden beri içsel bir itkiyle babasına yönelen, ona bağlanan, bireyin, belli bir dönemden sonra babasını, fiziksel varlığına rağmen, duygusal olarak ulaşılmaz olarak algılamaya başlaması belirsiz kayıp olgusunun oluşumuna neden olur. Bu ise yaşamda karşılaşılacak acıların en derinlerinden biridir.
Bu kitap kapsamında uzun yıllar boyunca görmezden gelinen ancak benliğin öteki yarısı olan babalık kavramı ve baba çocuk ilişkisinin ardındaki psikolojik dinamikleri derinlemesine incelenmeye çalışılmıştır. Bu inceleme yapılırken babalık kavramının inşa edildiği ve yaşantılandırıldığı aile, aile ilişkileri ana zemin olarak ele alınmıştır. Kitapta bu zeminin ham maddesi olan Türkiye kültürüne ait kodlar dikkate alınarak kültürel kodlarla yoğrulan geleneksel babalığın yol açtığı belirsiz kayıp olgusu tanıtılmıştır.
“…ben çok geç kaldığıma inanıyorum; ben hani bir gün bile sarılamazdım, yani sarılamadım. Yani yakınlaşamazdık. Bir bayramda bile hani bir sarılamadım. Yani hani kırıklık mı? Kırıklık. Ben babamın koluna hiçbir zaman girememişim, babama sarılamamışım… Bir kez annem sürpriz yapayım dedim, babamın yatağına saklanmıştım hani. Babam beni öpmüştü, kolunu sarmıştı. Bana: 'saklan saklan' demişti. Çok güzel bir şeydi hiç unutmuyorum”.
21. Yüzyılda babalar, ebeveynlik görevini iyi şekilde yerine getiren, çocukların bakımında aktif görev alan, sıcak, güvenilir, kolay ulaşılabilen ilgili ebeveyn olarak kodlanmaktadır. Bu yüzyılın en önemli bilgi yayma kanalları olan televizyon ve internet dünyasında babalar, genellikle çocuklarına sarılırken, onları beslerken, onlarla oyun oynarken ve aile bireyleri için yemek hazırlarken resmedilmektedir. Ancak bu tablonun gerçeği ne kadar yansıttığı ciddi tartışma bir konusudur. 21. Yüzyıl iddia ettiği gibi, ilgisiz, mesafeli, otoriter, duygusal olarak ulaşılamayan geleneksel babanın izlerini tamamen ortadan kaldıramamış ve yerine modern baba figürünü yerleştirmeyi tam olarak başaramamıştır. Bugün dahi birçok ailede ve toplumda ilgisiz, otoriter, mesafeli ve çocuklarının bakımında aktif rol almayan geleneksel babaların izlerine rastlamak mümkündür.
Günümüz dünyasında pek çok kişi ister yetişkin ister genç isterse çocuk olsun, fiziksel ve duygusal yakınlık kuramadıkları babalarının ruhsal süreçlerinde açtığı acılarla mücadele etmektedirler. Çocukları ile derin, anlamlı, özel ilişki kurumayan bu babalar bir nevi kayıp ve/veya gölge figürler bir diğer deyişle “belirsiz kayıp” olarak kabul edilirler. Yaşamın ilk günlerinden beri içsel bir itkiyle babasına yönelen, ona bağlanan, bireyin, belli bir dönemden sonra babasını, fiziksel varlığına rağmen, duygusal olarak ulaşılmaz olarak algılamaya başlaması belirsiz kayıp olgusunun oluşumuna neden olur. Bu ise yaşamda karşılaşılacak acıların en derinlerinden biridir.
Bu kitap kapsamında uzun yıllar boyunca görmezden gelinen ancak benliğin öteki yarısı olan babalık kavramı ve baba çocuk ilişkisinin ardındaki psikolojik dinamikleri derinlemesine incelenmeye çalışılmıştır. Bu inceleme yapılırken babalık kavramının inşa edildiği ve yaşantılandırıldığı aile, aile ilişkileri ana zemin olarak ele alınmıştır. Kitapta bu zeminin ham maddesi olan Türkiye kültürüne ait kodlar dikkate alınarak kültürel kodlarla yoğrulan geleneksel babalığın yol açtığı belirsiz kayıp olgusu tanıtılmıştır.
“…ben çok geç kaldığıma inanıyorum; ben hani bir gün bile sarılamazdım, yani sarılamadım. Yani yakınlaşamazdık. Bir bayramda bile hani bir sarılamadım. Yani hani kırıklık mı? Kırıklık. Ben babamın koluna hiçbir zaman girememişim, babama sarılamamışım… Bir kez annem sürpriz yapayım dedim, babamın yatağına saklanmıştım hani. Babam beni öpmüştü, kolunu sarmıştı. Bana: 'saklan saklan' demişti. Çok güzel bir şeydi hiç unutmuyorum”.