İnsan varolduğu günden bu yana nereden geldiğini kökeninin ne olduğunu nasıl yaşayan bir organizma olarak var olabildiğini merak edip durmuştur. Kafasını kurcalayan bu soruların yanıtı çeşitli yollarla vermeye çalışmıştır. Her yeni adım, her yeni bilgi ve yorum bu konuda daha çok düşünmesine ve daha çok fikir değiştirmesine neden olmuştur.
İk dönem insanlar varlıklarını yüce güçlerde aramış ve içinde yaşadıkları kozmosun nasıl oluştuğuna cevap aramışlardır. Kozmogonik anlatılarda evrenin nasıl yaratıldığını ve insanın bu evren içinde nasıl vücuda geldiğini mitolojik anlatılarla açıklamaya çalışmışlardır. Tabiatta insanın içieçe olması sebebiyle animistik unsurların yoğun biçimde bulunduğu inanç sistemleri geliştirerek insanın doğanın bir parçası olduğunu her iki unsurun karşılıklı olarak bir oluş ve yok oluş içerisinde dönüp durduğunu düşünmüşlerdir. Tanrım devrimiyle birlikte yerleşik hayat ve beslenme için daha az zaman ayrımına avantajları onlara boş zamanlarında doğadaki açıklayamadıkları unsurları inceleme ve karşılaştıkları güçlükleri teknikle aşmak için yaratıcı zaman etkinliği kazanmıştır. Bu düşünce etkinliği aynı zamanda ona dünyayı algılamakla teorik düşünceler geliştirme fırsatı vermiş ve felsefe doğmuştur. Bununla beraber yaşadıkları bölgelere göre ilk maddenin toprak, su ve ateşten geldiğine dair görüşler öne sürmüş bu çeşitlilik zamanla mitsel anlatılarla çok tanrılı dinlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Hayattaki her birinin ayrı unsura hükmeden Tanrılar yoluyla kotarıldığı düşüncesi ilk büyük medeniyetlerin de temelini oluşturmuştur. Antik Mısır, Antik Yunan ve daha pek çok eski medeniyetler üzerinde yapılan araştırmaları incelediğimizde bunu açıkça görürüz.
İnsan varolduğu günden bu yana nereden geldiğini kökeninin ne olduğunu nasıl yaşayan bir organizma olarak var olabildiğini merak edip durmuştur. Kafasını kurcalayan bu soruların yanıtı çeşitli yollarla vermeye çalışmıştır. Her yeni adım, her yeni bilgi ve yorum bu konuda daha çok düşünmesine ve daha çok fikir değiştirmesine neden olmuştur.
İk dönem insanlar varlıklarını yüce güçlerde aramış ve içinde yaşadıkları kozmosun nasıl oluştuğuna cevap aramışlardır. Kozmogonik anlatılarda evrenin nasıl yaratıldığını ve insanın bu evren içinde nasıl vücuda geldiğini mitolojik anlatılarla açıklamaya çalışmışlardır. Tabiatta insanın içieçe olması sebebiyle animistik unsurların yoğun biçimde bulunduğu inanç sistemleri geliştirerek insanın doğanın bir parçası olduğunu her iki unsurun karşılıklı olarak bir oluş ve yok oluş içerisinde dönüp durduğunu düşünmüşlerdir. Tanrım devrimiyle birlikte yerleşik hayat ve beslenme için daha az zaman ayrımına avantajları onlara boş zamanlarında doğadaki açıklayamadıkları unsurları inceleme ve karşılaştıkları güçlükleri teknikle aşmak için yaratıcı zaman etkinliği kazanmıştır. Bu düşünce etkinliği aynı zamanda ona dünyayı algılamakla teorik düşünceler geliştirme fırsatı vermiş ve felsefe doğmuştur. Bununla beraber yaşadıkları bölgelere göre ilk maddenin toprak, su ve ateşten geldiğine dair görüşler öne sürmüş bu çeşitlilik zamanla mitsel anlatılarla çok tanrılı dinlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Hayattaki her birinin ayrı unsura hükmeden Tanrılar yoluyla kotarıldığı düşüncesi ilk büyük medeniyetlerin de temelini oluşturmuştur. Antik Mısır, Antik Yunan ve daha pek çok eski medeniyetler üzerinde yapılan araştırmaları incelediğimizde bunu açıkça görürüz.