Dinleyin! Gizemli, şeytani, büyüleyici bir Pagan Tanrısı gibi Afrika'nın tam ortasında ateşler içinde kıvranan Kurtz, çağımızın özetini sunuyor: “Dehşet! Dehşet!”
Beyaz Adam'ın talan ettiği Afrika topraklarında, Beyaz Adam'ın rehberliğinde Karanlığın Yüreği'ne doğru ilerliyoruz: Orada kan ve dehşete, kibir ve açgözlülüğe, gözyaşı ve merhametsizliğe tanık olacağız. Zor bir yolculuk bu; çünkü İnsan'la karşılaşacağız.
Elinizdeki kitap, İngiliz dilinin en büyük eserlerinden biri. Delilikle metanetin, büyüyle gerçekliğin, sayıklamalarla doğrudan söylenmiş sözlerin muhteşem bir harmanı bu kitap; gezgin bir yüreğin mütemmim cüzü, çağımızın mide bulantısı, modern edebiyatın işaret fişeği!
Biz yine de Marlow'a kulak verelim:
“Yavaş yavaş ölüyorlardı; bu açıkça belliydi. Düşman değildiler, mücrim değildiler, artık bu dünyaya ait değildiler; hastalığın ve açlığın yeşilimtırak bir kasvet içinde karmakarışık yatan kara gölgeleriydi onlar. Can çekişen bu figürler hava kadar özgürdü; neredeyse hava kadar da ince. Sonra, bakışlarımı biraz aşağıya indirince, elimin hemen yakınında bir yüz olduğunu fark ettim. Bir omuzdan aşağı uzanan kara kemikler ağacın gövdesine yaslanmıştı, gözkapakları yavaşça kalktı, çukura gömülmüş kocaman, bomboş, körlerinkini andıran, derinliklerinde yavaş yavaş ölen beyaz ışıltılar olan gözler bana baktı.”
Dinleyin! Gizemli, şeytani, büyüleyici bir Pagan Tanrısı gibi Afrika'nın tam ortasında ateşler içinde kıvranan Kurtz, çağımızın özetini sunuyor: “Dehşet! Dehşet!”
Beyaz Adam'ın talan ettiği Afrika topraklarında, Beyaz Adam'ın rehberliğinde Karanlığın Yüreği'ne doğru ilerliyoruz: Orada kan ve dehşete, kibir ve açgözlülüğe, gözyaşı ve merhametsizliğe tanık olacağız. Zor bir yolculuk bu; çünkü İnsan'la karşılaşacağız.
Elinizdeki kitap, İngiliz dilinin en büyük eserlerinden biri. Delilikle metanetin, büyüyle gerçekliğin, sayıklamalarla doğrudan söylenmiş sözlerin muhteşem bir harmanı bu kitap; gezgin bir yüreğin mütemmim cüzü, çağımızın mide bulantısı, modern edebiyatın işaret fişeği!
Biz yine de Marlow'a kulak verelim:
“Yavaş yavaş ölüyorlardı; bu açıkça belliydi. Düşman değildiler, mücrim değildiler, artık bu dünyaya ait değildiler; hastalığın ve açlığın yeşilimtırak bir kasvet içinde karmakarışık yatan kara gölgeleriydi onlar. Can çekişen bu figürler hava kadar özgürdü; neredeyse hava kadar da ince. Sonra, bakışlarımı biraz aşağıya indirince, elimin hemen yakınında bir yüz olduğunu fark ettim. Bir omuzdan aşağı uzanan kara kemikler ağacın gövdesine yaslanmıştı, gözkapakları yavaşça kalktı, çukura gömülmüş kocaman, bomboş, körlerinkini andıran, derinliklerinde yavaş yavaş ölen beyaz ışıltılar olan gözler bana baktı.”