Kadim şehrin zenginliğini, ayrıcalığını ve refahını sosyal hayatta hissetmeyen, yaşayamayan evlatları yönünü Batıya çevirerek İstanbul, Bursa, İzmir gibi illeri kendilerine vaat edilmiş topraklar gibi görmekte, aralıksız bu şehirlere göç etmektedirler. Bu göçün elbette başta ekonomik nedenler olmak üzere birçok nedeni var; anacak en önemli nedenlerinden biri şehrin zihinsel daralması, küçülmesidir. Farklılıkların yok edilmesi, insanların birbirlerine karşı tahammül edemeyişidir. Kendisi içe kapanan ve kendisindekileri de içe kapatan şehirden kaçıştır aslında bu göçler. Koşullu yaşamaktan koşulsuzluğa kaçış... Başkaları tarafından belirlenen kurallar ve normlara başkaldırıdır. Büyükşehirde kaybolma uğruna insanlar kasaba kültüründen laçmaktadır.
Şehir; iç dinamikleri ve farklılıklarını azgelişmiş kültürün baskısı, kasaba bencilliği de diyebileceğimiz şehir romantizminin egemenliği altında hissettiğinde, özgüven kaybı yaşar; öğrenilmiş çaresizliğe düşer. Hüçük şeylerle mutlu ve tatmin olan, en basit hizmeti bile gözünde büyüten, dış dünyadan habersiz şehir... Kendilerini şehrin sahibi sananlar, bu azgelişmişlikte bir gösteri değeri bulabilirler ve şehir bu zihniyet izlencesinin bir parçası olabilir. Ancak şehrin aydınlarına düşen; özeleştiriyi geliştirmek ve sorunları tüm çıplaklığıyla cesaretle ifade edebilmek, çözümler üzerinde tartışmaktır.
Kadim şehrin zenginliğini, ayrıcalığını ve refahını sosyal hayatta hissetmeyen, yaşayamayan evlatları yönünü Batıya çevirerek İstanbul, Bursa, İzmir gibi illeri kendilerine vaat edilmiş topraklar gibi görmekte, aralıksız bu şehirlere göç etmektedirler. Bu göçün elbette başta ekonomik nedenler olmak üzere birçok nedeni var; anacak en önemli nedenlerinden biri şehrin zihinsel daralması, küçülmesidir. Farklılıkların yok edilmesi, insanların birbirlerine karşı tahammül edemeyişidir. Kendisi içe kapanan ve kendisindekileri de içe kapatan şehirden kaçıştır aslında bu göçler. Koşullu yaşamaktan koşulsuzluğa kaçış... Başkaları tarafından belirlenen kurallar ve normlara başkaldırıdır. Büyükşehirde kaybolma uğruna insanlar kasaba kültüründen laçmaktadır.
Şehir; iç dinamikleri ve farklılıklarını azgelişmiş kültürün baskısı, kasaba bencilliği de diyebileceğimiz şehir romantizminin egemenliği altında hissettiğinde, özgüven kaybı yaşar; öğrenilmiş çaresizliğe düşer. Hüçük şeylerle mutlu ve tatmin olan, en basit hizmeti bile gözünde büyüten, dış dünyadan habersiz şehir... Kendilerini şehrin sahibi sananlar, bu azgelişmişlikte bir gösteri değeri bulabilirler ve şehir bu zihniyet izlencesinin bir parçası olabilir. Ancak şehrin aydınlarına düşen; özeleştiriyi geliştirmek ve sorunları tüm çıplaklığıyla cesaretle ifade edebilmek, çözümler üzerinde tartışmaktır.