Teşkilat İstanbul'daki cezaevlerinde ne kadar belalı, dengesiz ve kusur abidesi tip varsa hepsini serbest bırakmış, Anadolu'ya gödererek kan reva panoramasını da yaratmıştı. Felaketin ne anlama geldiğini mütareke döneminde yapılan Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ve Teşkilat'ın önemli adamlarından Atıf Bey, davanın yedinci oturumunda, "İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Merkezi-i Umumisi gözetiminde, Teşkilat-ı Mahsusa bir seri suç makinesine dönmüştür." diyecekti.
"Enver Paşa askeri ataşe olarak Berlin'de kaldığı 1912 yılına kadar Almanlardan her türlü desteği görmüş, Alman imparatorluğuna da raporlar sunup durmuştu. Almanlar bu paşanın önemini yaptıklarından çıkarmış, hatırasını yaşatmak için Dresden kentinde bir tütün fabrikası kurmuş, paşanın adı ile anılan Enver Paşa ve Selamün-aleyküm anlamında Salem adı verilen sigaralar üretmeye başlamışlardı."
Alman Büyükelçi Hans Freiherr von Wangenheim'i Osmanlıların alayına küfrettiren aslanlı yalısında Sait Halim Paşa'ya Osmanlıyı savaşa sokan imzayı attırmasının verdiği güçtü. Küfürlerine tanık olan Cavid Bey arkadaşlarına, "Sadrazamın odasındayken Wangenheim geldi. Anormal bir hal ve delirmişcesine. Kendimi kudurmuş bir köpek karşısında hissettim. Söz söylemiyor havlıyordu..." demişti.
Bütün gücü elinden zorla alınmış diye özgüvenine yanan yaralı bir kartalın çaresizliğiyle oturan altmış iki yaşlarında bir adam vardı karşısında. Koltuğun üzerine atılmış bir eşya gibi duruyordu. Sessizliğinin arkasına sakladığı gergin adama rağmen merhamet dileyen bakışlarla bu güzel kadının burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Adım Fatma..." dedi ses. Adam başını hafiften kaldırıp avını izleyen bir kartal gibi tepeden baktı.
"Adın neden Fatma?" diye sorduğunda, Fatma ilk defa adına takılmış biri ile karşılaşmıştı.
"Güzel bir isim olduğundandır herhalde."
"Biz Katoliklerde kara bir güne sebep olan isimdir." Çirkindi. Çirkinliği insanda, ona erişilmesi imkansız bir duygu yaratıyordu. Hayatını, sakındığı insanlara
karşı reddetmeler üzerine kurduğu anlaşılıyordu
"Bu kusurlu adamın karşısında ne işiniz var?" diye umutsuz bir ses tonuyla sordu adam.
Adı, 'İnsanların Hükümdar'ı anlamına geliyordu.
"Kusur mu? Ne kusuru?"
"Bu kırma yaratığı görmediğinizi mi söylüyorsunuz? Bana acıdığınız için mi söylüyorsunuz yoksa?"
"Neden acıyayım size, tanımıyorum ki sizi?"
"Çok iyi niyetlisiniz bayan. Ben alışığım bu halime. Beni şaşırtan benden tiksinmemiş olmanızdır." dediğinde Fatma Şerif Ali'nin bir keresinde, "Hüznünü ve kederini seven insan bilgili insandır."dediğini hatırladı
İçinde çırpınıp durduğu anlaşılmaz yalnızlığının yanına katı ve katlanılması zor bir insan portresi koymuştu. Onda hiçliği hatırlatan çok şey vardı. Bu hiçlik bir tür alacakaranlıktı. İki de bir gelip yerleşmek isteyen sessizlik adamın tuhaf bir isteğiyle bölündü.
"Bana kırmızı begonvilin masalını anlatır mısınız?"
Altmış üç yaşlarına merdiven dayamış birinin masal istediği görülmüş şey değildi. En zayıf noktasından vurulduğunu hissetti Fatma. Çünkü, kendisine hiç masal anlatılmadığını hatırladı. Ne çocukluğunda anlatılırken kapısından girdiği bir masal ne de çocuklarının dinlediği bir masalı olmamıştı.
"İnsanlar gerçeklerden kaçınca bir masala saklanır." dedi Fatma ansızın.
"Yarattığı masal onun gerçeği olduğundandır." dedi adam…
İttihat ve Terak Osmanlısının ve Hitler Almanyasının dehşetengiz enkazından çıkıp gelen insanların romanı. Gerçek yaşanmışlıklar, gerçek tarihler... İnsanların yıkımı bazen ülkelerinin yıkım tarihine benzer… Türk-Nazi ilişkilerinde gözden kaçan ayrıntılar, yaşanmışlıklar, inanılmaz olay ve bağlantılar...
Teşkilat İstanbul'daki cezaevlerinde ne kadar belalı, dengesiz ve kusur abidesi tip varsa hepsini serbest bırakmış, Anadolu'ya gödererek kan reva panoramasını da yaratmıştı. Felaketin ne anlama geldiğini mütareke döneminde yapılan Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin ve Teşkilat'ın önemli adamlarından Atıf Bey, davanın yedinci oturumunda, "İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Merkezi-i Umumisi gözetiminde, Teşkilat-ı Mahsusa bir seri suç makinesine dönmüştür." diyecekti.
"Enver Paşa askeri ataşe olarak Berlin'de kaldığı 1912 yılına kadar Almanlardan her türlü desteği görmüş, Alman imparatorluğuna da raporlar sunup durmuştu. Almanlar bu paşanın önemini yaptıklarından çıkarmış, hatırasını yaşatmak için Dresden kentinde bir tütün fabrikası kurmuş, paşanın adı ile anılan Enver Paşa ve Selamün-aleyküm anlamında Salem adı verilen sigaralar üretmeye başlamışlardı."
Alman Büyükelçi Hans Freiherr von Wangenheim'i Osmanlıların alayına küfrettiren aslanlı yalısında Sait Halim Paşa'ya Osmanlıyı savaşa sokan imzayı attırmasının verdiği güçtü. Küfürlerine tanık olan Cavid Bey arkadaşlarına, "Sadrazamın odasındayken Wangenheim geldi. Anormal bir hal ve delirmişcesine. Kendimi kudurmuş bir köpek karşısında hissettim. Söz söylemiyor havlıyordu..." demişti.
Bütün gücü elinden zorla alınmış diye özgüvenine yanan yaralı bir kartalın çaresizliğiyle oturan altmış iki yaşlarında bir adam vardı karşısında. Koltuğun üzerine atılmış bir eşya gibi duruyordu. Sessizliğinin arkasına sakladığı gergin adama rağmen merhamet dileyen bakışlarla bu güzel kadının burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Adım Fatma..." dedi ses. Adam başını hafiften kaldırıp avını izleyen bir kartal gibi tepeden baktı.
"Adın neden Fatma?" diye sorduğunda, Fatma ilk defa adına takılmış biri ile karşılaşmıştı.
"Güzel bir isim olduğundandır herhalde."
"Biz Katoliklerde kara bir güne sebep olan isimdir." Çirkindi. Çirkinliği insanda, ona erişilmesi imkansız bir duygu yaratıyordu. Hayatını, sakındığı insanlara
karşı reddetmeler üzerine kurduğu anlaşılıyordu
"Bu kusurlu adamın karşısında ne işiniz var?" diye umutsuz bir ses tonuyla sordu adam.
Adı, 'İnsanların Hükümdar'ı anlamına geliyordu.
"Kusur mu? Ne kusuru?"
"Bu kırma yaratığı görmediğinizi mi söylüyorsunuz? Bana acıdığınız için mi söylüyorsunuz yoksa?"
"Neden acıyayım size, tanımıyorum ki sizi?"
"Çok iyi niyetlisiniz bayan. Ben alışığım bu halime. Beni şaşırtan benden tiksinmemiş olmanızdır." dediğinde Fatma Şerif Ali'nin bir keresinde, "Hüznünü ve kederini seven insan bilgili insandır."dediğini hatırladı
İçinde çırpınıp durduğu anlaşılmaz yalnızlığının yanına katı ve katlanılması zor bir insan portresi koymuştu. Onda hiçliği hatırlatan çok şey vardı. Bu hiçlik bir tür alacakaranlıktı. İki de bir gelip yerleşmek isteyen sessizlik adamın tuhaf bir isteğiyle bölündü.
"Bana kırmızı begonvilin masalını anlatır mısınız?"
Altmış üç yaşlarına merdiven dayamış birinin masal istediği görülmüş şey değildi. En zayıf noktasından vurulduğunu hissetti Fatma. Çünkü, kendisine hiç masal anlatılmadığını hatırladı. Ne çocukluğunda anlatılırken kapısından girdiği bir masal ne de çocuklarının dinlediği bir masalı olmamıştı.
"İnsanlar gerçeklerden kaçınca bir masala saklanır." dedi Fatma ansızın.
"Yarattığı masal onun gerçeği olduğundandır." dedi adam…
İttihat ve Terak Osmanlısının ve Hitler Almanyasının dehşetengiz enkazından çıkıp gelen insanların romanı. Gerçek yaşanmışlıklar, gerçek tarihler... İnsanların yıkımı bazen ülkelerinin yıkım tarihine benzer… Türk-Nazi ilişkilerinde gözden kaçan ayrıntılar, yaşanmışlıklar, inanılmaz olay ve bağlantılar...