İnsanlık; Tevrat, İncil ve Kuran'ın ortak kutsal yasaları olan 'adalet, merhamet ve sadakat' ilkelerine dayanan evrensel ahlaki nosyonunu kaybetmiş bir insanlık onuru ve ötekine zor ve zorbalıkla dayatılmaş 'mutlak iyilik' ve 'mutlak doğruluk'ların baskısı ile örselenmiş insanlık olurunun bunalımlarıyla boğuşuyor. İnsanlar, etnik, ideolojik, dinsel ve mezhebi kimliklere yapılan karşılıklı baskıların tükettiği güven ve meşruiyet krizleriyle uğraşıyor. Kazanan asla olmayacağı bu çatışmaların her zaman kaybedeninin insanlığın kadim 'adalet' birikimleri, ortak kutsal 'merhamet' gelenekleri ve ahlakilik paradigması ile sosyal siyasal sermeyeyi oluşturan 'sadakat güven teamülleri olduğu görülüyor.
İnsanlık, ötekini yok etmek için üretilen teknik ilerlemelerin evrenselleşmesi ile öteki ile barış içinde birlikte yaşamanın ahlaki ürünleri olan 'adalet, merhamet ve sadakat' ilkelerinin yokluğunun doğurduğu kişisel, kolektif ve evrensel Tanrı kompleksleri arasında boğuluyor. bunun ürünü olarak da insanlık adına birbirine benzeyen dinler, mezhepler, devletler, medeniyetler, kabileler, kentler ve mahalleler ortaya çıkıyor. Her bir kişisel, kolektif ve evrensel kişilik, büyük bir Tanrı kompleksi narsizmi içinde mutlak doğrunun ve medeniyeti mutlak temsil etmenin tekliği inancını; hakikatin yegane temsilcisinin tek olduğu düşüncesini; öteki veya alternatif algılamalarının kategorik olarak kötü ve hain/düşman ilan edilmesini; kendi hakikatlerini, evrensel bir hegemonik değer olarak ilan edip ötekileri buna itaate mecbur bırakılmasını; barış yerine savaşın bir diyalog türü olarak dayatılmasını evrensel bir değer olarak kabul ediyor.
Bu totolojik dilemma insanlık tarihinin özeti ve insanın ikinci doğası oluyor; 'insanın doğası, insanlığın kaderi' oluyor. Tam da insan doğasının Tanrı kompleksi tekebbür ve tahakküm ürünleri ile inşa edilen "tavan, göğü tamamen kapatmak üzereyken, Halis Çetin, beş ciltlik eserinin bu ikinci bölümünde, Musa, İsa ve Muhammed'in kaderi üzerinden Tevrat, İncil ve Kuran'daki insanlığın mukadderatını etkileyen kişisel, kolektif ve evrensel Tanrı kompleksi sorununu analiz ettiği birinci cildin teorik inşası üzerine pratik örnekler sunmaktadır. Çetin, Tanrı kompleksi sorunsalını din, tarih, siyaset, psikoloji, sosyoloji ve ekonominin bilgi birikimleri ile 'İnsanların', 'Yahudilerin, 'Romalıların' ve 'Hıristiyanlar'ın hayat hikayeleri ve iktidar mücadeleleri bağlamında somut gerçekliklerle yorumlamaya yönelmektedir.
Bu gerçekliklerin günümüzde de yaşanan tüm Tanrı kompleksi tekebbür yapılarının tahakküm ihtiraslarına da ışık tutacağına inanarak Çetin, Tanrı ile Tanrı kompleksi arasında git-gelllerle geçen insanlığın 'ilk sürgün' kaynaklı yol hikayesini süreklilik bağlamında anlatmaktadır. 'Sürgünlerde sürünüp sürükleneceksiniz!'
İnsanlık; Tevrat, İncil ve Kuran'ın ortak kutsal yasaları olan 'adalet, merhamet ve sadakat' ilkelerine dayanan evrensel ahlaki nosyonunu kaybetmiş bir insanlık onuru ve ötekine zor ve zorbalıkla dayatılmaş 'mutlak iyilik' ve 'mutlak doğruluk'ların baskısı ile örselenmiş insanlık olurunun bunalımlarıyla boğuşuyor. İnsanlar, etnik, ideolojik, dinsel ve mezhebi kimliklere yapılan karşılıklı baskıların tükettiği güven ve meşruiyet krizleriyle uğraşıyor. Kazanan asla olmayacağı bu çatışmaların her zaman kaybedeninin insanlığın kadim 'adalet' birikimleri, ortak kutsal 'merhamet' gelenekleri ve ahlakilik paradigması ile sosyal siyasal sermeyeyi oluşturan 'sadakat güven teamülleri olduğu görülüyor.
İnsanlık, ötekini yok etmek için üretilen teknik ilerlemelerin evrenselleşmesi ile öteki ile barış içinde birlikte yaşamanın ahlaki ürünleri olan 'adalet, merhamet ve sadakat' ilkelerinin yokluğunun doğurduğu kişisel, kolektif ve evrensel Tanrı kompleksleri arasında boğuluyor. bunun ürünü olarak da insanlık adına birbirine benzeyen dinler, mezhepler, devletler, medeniyetler, kabileler, kentler ve mahalleler ortaya çıkıyor. Her bir kişisel, kolektif ve evrensel kişilik, büyük bir Tanrı kompleksi narsizmi içinde mutlak doğrunun ve medeniyeti mutlak temsil etmenin tekliği inancını; hakikatin yegane temsilcisinin tek olduğu düşüncesini; öteki veya alternatif algılamalarının kategorik olarak kötü ve hain/düşman ilan edilmesini; kendi hakikatlerini, evrensel bir hegemonik değer olarak ilan edip ötekileri buna itaate mecbur bırakılmasını; barış yerine savaşın bir diyalog türü olarak dayatılmasını evrensel bir değer olarak kabul ediyor.
Bu totolojik dilemma insanlık tarihinin özeti ve insanın ikinci doğası oluyor; 'insanın doğası, insanlığın kaderi' oluyor. Tam da insan doğasının Tanrı kompleksi tekebbür ve tahakküm ürünleri ile inşa edilen "tavan, göğü tamamen kapatmak üzereyken, Halis Çetin, beş ciltlik eserinin bu ikinci bölümünde, Musa, İsa ve Muhammed'in kaderi üzerinden Tevrat, İncil ve Kuran'daki insanlığın mukadderatını etkileyen kişisel, kolektif ve evrensel Tanrı kompleksi sorununu analiz ettiği birinci cildin teorik inşası üzerine pratik örnekler sunmaktadır. Çetin, Tanrı kompleksi sorunsalını din, tarih, siyaset, psikoloji, sosyoloji ve ekonominin bilgi birikimleri ile 'İnsanların', 'Yahudilerin, 'Romalıların' ve 'Hıristiyanlar'ın hayat hikayeleri ve iktidar mücadeleleri bağlamında somut gerçekliklerle yorumlamaya yönelmektedir.
Bu gerçekliklerin günümüzde de yaşanan tüm Tanrı kompleksi tekebbür yapılarının tahakküm ihtiraslarına da ışık tutacağına inanarak Çetin, Tanrı ile Tanrı kompleksi arasında git-gelllerle geçen insanlığın 'ilk sürgün' kaynaklı yol hikayesini süreklilik bağlamında anlatmaktadır. 'Sürgünlerde sürünüp sürükleneceksiniz!'