“soğuk sularını içtiğimiz çeşmenin kaynağına yaptığımız uzun bir yolculuktu hayat.
Dokunulası bir keder içindeydiniz.
Genç kızlar elleri eteklerinde kaybolacak bir nehre koşuyorlardı.
Yitik bir uygarlık oluyordu geçmişim.
Tef çalıyordu karanlık odalarda biri, lirik bir soprano hüzünlü ezgiler mırıldanıyordu.
Trenler puslu bir geceden geçiyordu, küçük istasyonlardan…
Masmavi bir geceden geliyorduk,
Sapsarı bir güne. kulağımızda eski bir dostun tanıdık sesi.
“İşte böyle laz ismail, işte böyle
Mesele esir düşmekte değil,
Teslim olmamakta bütün mesele…”
Bembeyaz buharlar içinden ve tertemiz çamaşırların asıldığı küçük istasyondan geçen trenler gibi ilişiyorum yanına.
Eski bir konservatuar geliyor aklıma, bütün sesleri o çalgıların, masmavi bir kıyıda sahipsiz salınıyor bayraklar, ince bir keman sesine dönüyor sesin.
Martıların kanat vurduğu suya dönüyorsun.”
“soğuk sularını içtiğimiz çeşmenin kaynağına yaptığımız uzun bir yolculuktu hayat.
Dokunulası bir keder içindeydiniz.
Genç kızlar elleri eteklerinde kaybolacak bir nehre koşuyorlardı.
Yitik bir uygarlık oluyordu geçmişim.
Tef çalıyordu karanlık odalarda biri, lirik bir soprano hüzünlü ezgiler mırıldanıyordu.
Trenler puslu bir geceden geçiyordu, küçük istasyonlardan…
Masmavi bir geceden geliyorduk,
Sapsarı bir güne. kulağımızda eski bir dostun tanıdık sesi.
“İşte böyle laz ismail, işte böyle
Mesele esir düşmekte değil,
Teslim olmamakta bütün mesele…”
Bembeyaz buharlar içinden ve tertemiz çamaşırların asıldığı küçük istasyondan geçen trenler gibi ilişiyorum yanına.
Eski bir konservatuar geliyor aklıma, bütün sesleri o çalgıların, masmavi bir kıyıda sahipsiz salınıyor bayraklar, ince bir keman sesine dönüyor sesin.
Martıların kanat vurduğu suya dönüyorsun.”