Ulus, Kültür, Din kavramlarında yapılan ilerlemeler ve bunların da birbiriyle, klasik Marksizmle ve daha sonraki katkılarla uyumlu olması sonucu, aslında meyve dalında çoktan olmuş, düşmek için küçük bir zeka esintisi bekler durumdaydı.
Öte yandan, bu kavramlar aynı zamanda somut politik mücadelenin en can alıcı sorunlarıyla da doğrudan bağlantılıydı. Yani pratik ve sosyal ihtiyaçlar da ortadaydı ve sürekli baskısını hissettiriyordu. Bu birikim, olgunlaşmışlık ve koşulların yarattığı baskı çözümü adeta zorluyordu. Ne var ki yine de çözüm çok karmaşık bir yoldan geldi. Orhan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı" adlı romanında, minyatür sanatında perspektif bulunmamasını, tanrının bakışıyla, Rönesans sonrası batı resmindeki persfektifi insanın bakışıyla açıklaması, en din dışı görünen resmin ve en din dışı görünen konuların bile dinin içinde olduğu ve anlaşılabileceğine ilişkin bir fikri, bir anlayışı, bir sezişi kafama yerleştirmişti.
Bu bağlantı roman ile bireyin ortaya çıkışı arasındaki ilişki ile de uyum içinde olduğundan, dinle en ilgisiz gibi görünen bir edebi formun, romanın bile din çerçevesinde anlaşılabileceği gibi bir sonuca yol açabiliyordu.
Sanırım bu gibi sorunların ve düşüncelerin katalizatörlüğü ile de, "Din nedir?" diye sorup dinin sosyolojik bir tanımını aradığımda, dinin tümüyle üstyapı olduğu çıkarsaması ortaya çıkabilirdi. Dinin tümüyle üstyapı olduğu; üstyapının analizi veya eleştirisinin dinin analizi veya eleştirisi olacağını önermesiin muazzam altüst edici sonuçları bulunmaktadır ve şimdiye kadarki bütün tarih, toplum, devrim, mücadele, politika anlayışlarını, hasılı bildiğimiz her şeyi yeniden gözden geçirmeyi, yeniden kurmayı gerektirmekkedir. İşte bu kitaptaki yazılar bu yeni yaklaşımın ilk ortaya çıkışının bir protokolü olduğu kadar, bu önceden hiç akla gelmeyen sonuçların kimilerinin ilk kez ortaya koyuluşuna bir başlangıçtır...
Ulus, Kültür, Din kavramlarında yapılan ilerlemeler ve bunların da birbiriyle, klasik Marksizmle ve daha sonraki katkılarla uyumlu olması sonucu, aslında meyve dalında çoktan olmuş, düşmek için küçük bir zeka esintisi bekler durumdaydı.
Öte yandan, bu kavramlar aynı zamanda somut politik mücadelenin en can alıcı sorunlarıyla da doğrudan bağlantılıydı. Yani pratik ve sosyal ihtiyaçlar da ortadaydı ve sürekli baskısını hissettiriyordu. Bu birikim, olgunlaşmışlık ve koşulların yarattığı baskı çözümü adeta zorluyordu. Ne var ki yine de çözüm çok karmaşık bir yoldan geldi. Orhan Pamuk'un "Benim Adım Kırmızı" adlı romanında, minyatür sanatında perspektif bulunmamasını, tanrının bakışıyla, Rönesans sonrası batı resmindeki persfektifi insanın bakışıyla açıklaması, en din dışı görünen resmin ve en din dışı görünen konuların bile dinin içinde olduğu ve anlaşılabileceğine ilişkin bir fikri, bir anlayışı, bir sezişi kafama yerleştirmişti.
Bu bağlantı roman ile bireyin ortaya çıkışı arasındaki ilişki ile de uyum içinde olduğundan, dinle en ilgisiz gibi görünen bir edebi formun, romanın bile din çerçevesinde anlaşılabileceği gibi bir sonuca yol açabiliyordu.
Sanırım bu gibi sorunların ve düşüncelerin katalizatörlüğü ile de, "Din nedir?" diye sorup dinin sosyolojik bir tanımını aradığımda, dinin tümüyle üstyapı olduğu çıkarsaması ortaya çıkabilirdi. Dinin tümüyle üstyapı olduğu; üstyapının analizi veya eleştirisinin dinin analizi veya eleştirisi olacağını önermesiin muazzam altüst edici sonuçları bulunmaktadır ve şimdiye kadarki bütün tarih, toplum, devrim, mücadele, politika anlayışlarını, hasılı bildiğimiz her şeyi yeniden gözden geçirmeyi, yeniden kurmayı gerektirmekkedir. İşte bu kitaptaki yazılar bu yeni yaklaşımın ilk ortaya çıkışının bir protokolü olduğu kadar, bu önceden hiç akla gelmeyen sonuçların kimilerinin ilk kez ortaya koyuluşuna bir başlangıçtır...