“Ey Gönül; ben fütursuzca vururken sol kapına sen ardımdan yalın ayak, üryan koşarak nefes nefese kaldın. Yıllar yılları yudumlarken sen mazide, bense kirpiğinde asılı kaldım. Ben bizi yasemin kokan terinde teyemmüm edip Elif ile lam Elif'in arasında sakladım. Anlayacağın soğuk gecelerde gam yükünün hatmini tamamladım. Kafi mi deli gönül?”
“İkramı zikretmek kafi midir sence?”
“Sonra muzaffer bir ülkenin şafağını söktürdüm, kadim dost selamını mahpus damlarına uçurdum. Firuze tespihlerin başını döndürüp, yine yasemin soluklu ıslıklarda düşeş geldim. An geldi yüksek ökçeli yosmaları sağanak yağmurlarda cünübe buladım. Mukaddes suretlere yüz sürdüm, yetmedi onurlarını çırılçıplak soyup onursuzca dağladım. Öyle dağladım ki; can ciğer narımdan bezdi! Öyle dağladım ki; kan denen ifrazat pıhtıya durup başını önüne eğdi! Öyle dağladım ki; müebbet yemiş tüm illegal hücreler ilik, kemik demeden hicret etti! Kafi midir deli gönül?”
“Cürmü ateş olanın, kelamı soğur mu sence?”
“Ama bil ki; dün neysem bugün oyum. Alaca yalnızlıktır soyum sopum. Yarınım ise yarım bıraktıklarımda rüştünü tamamlamakta! Oysa sırf sana inat kendimi kırmızıya boyayacağım. Kırmızı değilse siyaha. Sırf sana inat Eylül ülkesine gidip azgın poyrazla yoldaş olacağım.
Nisan'ın ırzına geçip on dörtlük tomurcukların masumiyetini çalacağım. Tutkunun ağzını yüzünü dağıtıp, sırf senin için kuduz bir köpek gibi şahların şah damarını parçalayacağım. Sırf sana nispet, özlemlerimi gözlerindeki fanusa, şirin uykularını gri kabuslara saracağım. Sırf sana inat sızlayan kasıkları anzer balına bulayacağım. Sen inim inim inlerken ben segâh makamından besteler yapacağım. Şimdi ne sen hal hatırımı sor, ne de ben zıvanadan çıkayım!”
“Of aşk of! Sükut satırdan geçerken yar imana gelir belki de…”
“Gelir mi gelmez mi bilemem amma, zemherim de, narım da artık kökünde! Ne ben bakirim artık, ne sen pirüpak bir bakire…”
“Ey Gönül; ben fütursuzca vururken sol kapına sen ardımdan yalın ayak, üryan koşarak nefes nefese kaldın. Yıllar yılları yudumlarken sen mazide, bense kirpiğinde asılı kaldım. Ben bizi yasemin kokan terinde teyemmüm edip Elif ile lam Elif'in arasında sakladım. Anlayacağın soğuk gecelerde gam yükünün hatmini tamamladım. Kafi mi deli gönül?”
“İkramı zikretmek kafi midir sence?”
“Sonra muzaffer bir ülkenin şafağını söktürdüm, kadim dost selamını mahpus damlarına uçurdum. Firuze tespihlerin başını döndürüp, yine yasemin soluklu ıslıklarda düşeş geldim. An geldi yüksek ökçeli yosmaları sağanak yağmurlarda cünübe buladım. Mukaddes suretlere yüz sürdüm, yetmedi onurlarını çırılçıplak soyup onursuzca dağladım. Öyle dağladım ki; can ciğer narımdan bezdi! Öyle dağladım ki; kan denen ifrazat pıhtıya durup başını önüne eğdi! Öyle dağladım ki; müebbet yemiş tüm illegal hücreler ilik, kemik demeden hicret etti! Kafi midir deli gönül?”
“Cürmü ateş olanın, kelamı soğur mu sence?”
“Ama bil ki; dün neysem bugün oyum. Alaca yalnızlıktır soyum sopum. Yarınım ise yarım bıraktıklarımda rüştünü tamamlamakta! Oysa sırf sana inat kendimi kırmızıya boyayacağım. Kırmızı değilse siyaha. Sırf sana inat Eylül ülkesine gidip azgın poyrazla yoldaş olacağım.
Nisan'ın ırzına geçip on dörtlük tomurcukların masumiyetini çalacağım. Tutkunun ağzını yüzünü dağıtıp, sırf senin için kuduz bir köpek gibi şahların şah damarını parçalayacağım. Sırf sana nispet, özlemlerimi gözlerindeki fanusa, şirin uykularını gri kabuslara saracağım. Sırf sana inat sızlayan kasıkları anzer balına bulayacağım. Sen inim inim inlerken ben segâh makamından besteler yapacağım. Şimdi ne sen hal hatırımı sor, ne de ben zıvanadan çıkayım!”
“Of aşk of! Sükut satırdan geçerken yar imana gelir belki de…”
“Gelir mi gelmez mi bilemem amma, zemherim de, narım da artık kökünde! Ne ben bakirim artık, ne sen pirüpak bir bakire…”