Doğanın kusursuz zamanlamasıyla bulutların rengi perde perde açılırken, griye çalan hoş bir maviye teslim oluyor karlı tepeler, her yer, her şey… Sudaki pırıltılar gün ışığına yenik düşüp sönüyor, akşama yeni bir şenlik başlatmak üzere binlerce yılın birikmiş şevkine çağrı alıyorlar. Zeus'un Bosphoros'una gömülüyor, yeni bir günün batımına kadar topyekûn mola veriyorlar…
Avucumda sımsıkı tuttuğum nemli zarfı cebimden çıkarırken sarsılıyor elim, ayağım, her yanım… Bir süre hareketsiz kalıyorum, derin bir nefes alıyorum yüzümü gökyüzüne dönüp, duruyorum orada. Heyecanlanmamak elimde değil ki, sıklaşıyor nefesim. Sonra birdenbire eğilip açıyorum zarfı, titrek, yırtarcasına... Çabuk yazıldığı belli olduğu halde muhteşem, emsalleri hızla tükenen kıvrak bir el yazısı buluyorum sayfalarını aralayınca. İki büklüm olup büzüldüğüm bankta içe basan postallarımın altını hızla yere vuruyorum,
“Bu sensin işte Arzu!” diye bağırıyorum iki elimle yapıştığım yazının duygularımı çalkalayan coşkusuyla. Ona ait bir şeyi ilk defa tutuyorum ellerimle, koklayıp içime çekiyorum, ellerim, ellerim titriyor. Buruşmuş kâğıtları dizime yatırıp düzeltiyorum seve okşaya. Dalgalanmış yüzümdeki hüznümde yasım nasıl da keskin… Kıvrılıyor dudaklarım. Başım, ağırlığıyla önüme devriliyor. Koca bir nefes veriyorum sesli, bakışlarımdan bir damla yaş düşürüyorum üzerine.
“Sensin bu” diyorum fısıltıyla, "Arzu, bu sensin işte..."
Doğanın kusursuz zamanlamasıyla bulutların rengi perde perde açılırken, griye çalan hoş bir maviye teslim oluyor karlı tepeler, her yer, her şey… Sudaki pırıltılar gün ışığına yenik düşüp sönüyor, akşama yeni bir şenlik başlatmak üzere binlerce yılın birikmiş şevkine çağrı alıyorlar. Zeus'un Bosphoros'una gömülüyor, yeni bir günün batımına kadar topyekûn mola veriyorlar…
Avucumda sımsıkı tuttuğum nemli zarfı cebimden çıkarırken sarsılıyor elim, ayağım, her yanım… Bir süre hareketsiz kalıyorum, derin bir nefes alıyorum yüzümü gökyüzüne dönüp, duruyorum orada. Heyecanlanmamak elimde değil ki, sıklaşıyor nefesim. Sonra birdenbire eğilip açıyorum zarfı, titrek, yırtarcasına... Çabuk yazıldığı belli olduğu halde muhteşem, emsalleri hızla tükenen kıvrak bir el yazısı buluyorum sayfalarını aralayınca. İki büklüm olup büzüldüğüm bankta içe basan postallarımın altını hızla yere vuruyorum,
“Bu sensin işte Arzu!” diye bağırıyorum iki elimle yapıştığım yazının duygularımı çalkalayan coşkusuyla. Ona ait bir şeyi ilk defa tutuyorum ellerimle, koklayıp içime çekiyorum, ellerim, ellerim titriyor. Buruşmuş kâğıtları dizime yatırıp düzeltiyorum seve okşaya. Dalgalanmış yüzümdeki hüznümde yasım nasıl da keskin… Kıvrılıyor dudaklarım. Başım, ağırlığıyla önüme devriliyor. Koca bir nefes veriyorum sesli, bakışlarımdan bir damla yaş düşürüyorum üzerine.
“Sensin bu” diyorum fısıltıyla, "Arzu, bu sensin işte..."