Orta Asya coğrafyasının pek çok yerinde, Atatürk'ün 29 Ekim 1933'te Çankaya Köşkü'ndeki bir kabulde söylediği şu sözlerin yoğun dağıtıma hazır çoğaltılmışıyla karşılaştım:
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir., ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostluğumuz idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız susup o günü beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür.
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli."
Tarihsel öngörü diye buna denir.
1990'lı yıllara bakınca, Türkiye'nin bu süreci çok 'noksanlı' karşıladığı dikkat çekiyor.
Moğolistan'dan başlayıp Batum'da noktaladığım Orta Asya gezisini tanımlayacak satır başları şunlar olabilir:
90'lı yılların değişimi...
Geleneklerin kalıcılığı...
Geleceğin parlaklığı ve belirsizliği...
Türk dillerin zenginliği...
İnsan ilişkilerin sıcaklığı...
Hazar Denizi'ni birlikte geçtiğimiz, Azeri Ramiz Bey, Türkleri hoş şivesiyle aynen şöyle anlattı:
"Türkler bir gözünü açtı, ok attı.
Öteki gözünü açtı, kılıç çekti.
Şöyle silkelendi, ata bindi.
Şimdi yatıyorık, yatanta..."
Sözü uzatmayalım ayrıntılar içeride.
Orta Asya coğrafyasının pek çok yerinde, Atatürk'ün 29 Ekim 1933'te Çankaya Köşkü'ndeki bir kabulde söylediği şu sözlerin yoğun dağıtıma hazır çoğaltılmışıyla karşılaştım:
"Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir., ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostluğumuz idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız susup o günü beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür...İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür.
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli."
Tarihsel öngörü diye buna denir.
1990'lı yıllara bakınca, Türkiye'nin bu süreci çok 'noksanlı' karşıladığı dikkat çekiyor.
Moğolistan'dan başlayıp Batum'da noktaladığım Orta Asya gezisini tanımlayacak satır başları şunlar olabilir:
90'lı yılların değişimi...
Geleneklerin kalıcılığı...
Geleceğin parlaklığı ve belirsizliği...
Türk dillerin zenginliği...
İnsan ilişkilerin sıcaklığı...
Hazar Denizi'ni birlikte geçtiğimiz, Azeri Ramiz Bey, Türkleri hoş şivesiyle aynen şöyle anlattı:
"Türkler bir gözünü açtı, ok attı.
Öteki gözünü açtı, kılıç çekti.
Şöyle silkelendi, ata bindi.
Şimdi yatıyorık, yatanta..."
Sözü uzatmayalım ayrıntılar içeride.