Edebiyat, özellikle de onun düz yazı biçimi olan roman toplumun bir aynası mıdır? Herhalde bu sorunun cevabı herkesin kendisine göre olacaktır. Ancak öne süreceğim ve arkasında duracağım bir nokta var: roman, edebiyat ya da sanat, toplumla kesinlikle etkileşimli bir ilişki içerisindedir.
Bu iddiamı yüksek sanatlardan popüler sanatlara doğru gidildikçe daha kuvvetli öne sürme cesareti de buluyorum. Bu alan, yani popüler sanatlar, üreticinin toplumun beklentilerini daha çok göz önüne aldığı bir alan oluşturuyor sanki. Auguste Comte tarafından kurulan sosyoloji bilimi, toplumu düzenlemekten toplumu anlamaya doğru evrildiğinde, topluma etki eden bütün toplumsal boyutu olan konuları incelemeye başladı. Sanat gibi, onun dallarından birini oluşturan edebiyat da bunlardan biri.
Bu çalışma Türkiye'de bir dönem oldukça popüler olmuş, Türkiye koşulları içerisinde okunma ve baskı rekorları kırmış, dünyaya bakışı belirli bir siyasal yaklaşımın içerisinde bulunan bazı yazarları ve onların eserlerini toplumsal koşulları göz önünde tutarak anlamaya çalışmayı öneriyor. Yaşanılan dönemsel değişimlerin belirli bir alanda nasıl dönüşümlere yol açtığını gözlemlemeye çalışmak da bir başka önerisi. Bu arada, farklı düşünsel yaklaşımlar içerisinde tarihin edebiyat üzerinden “güncellenmesi”, dünya görüşüne bağlı olarak yeniden üretimiyle ilgili bazı küçük veriler de sunuyor.
Ama öte yandan bu çalışma hiçbir şey de vaat etmiyor. Bu kitapta bir siyasal düşüncenin kusursuz bir gelişim tarihini bulamayacaksınız. Türk edebiyatında tarihi roman türünün bütün özellikleri ya da yazarları da yok burada. Çevrenizde ilgi odağı haline gelmeniz için faydalı olabilecek özel bilgiler de veremeyeceğim. Size vaat edebileceğim, belki biraz merakınızı uyandırabilmek, biraz kafanızı karıştırabilmek ve en çok umut ettiğim de belirlenmiş, sabit bir bakış açısından, ezberlenmiş şablonlardan çıkarak yeni bir şeyler okumanızı, yeni bakış açılarını sorgulamanızı sağlayabilmek.
Edebiyat, özellikle de onun düz yazı biçimi olan roman toplumun bir aynası mıdır? Herhalde bu sorunun cevabı herkesin kendisine göre olacaktır. Ancak öne süreceğim ve arkasında duracağım bir nokta var: roman, edebiyat ya da sanat, toplumla kesinlikle etkileşimli bir ilişki içerisindedir.
Bu iddiamı yüksek sanatlardan popüler sanatlara doğru gidildikçe daha kuvvetli öne sürme cesareti de buluyorum. Bu alan, yani popüler sanatlar, üreticinin toplumun beklentilerini daha çok göz önüne aldığı bir alan oluşturuyor sanki. Auguste Comte tarafından kurulan sosyoloji bilimi, toplumu düzenlemekten toplumu anlamaya doğru evrildiğinde, topluma etki eden bütün toplumsal boyutu olan konuları incelemeye başladı. Sanat gibi, onun dallarından birini oluşturan edebiyat da bunlardan biri.
Bu çalışma Türkiye'de bir dönem oldukça popüler olmuş, Türkiye koşulları içerisinde okunma ve baskı rekorları kırmış, dünyaya bakışı belirli bir siyasal yaklaşımın içerisinde bulunan bazı yazarları ve onların eserlerini toplumsal koşulları göz önünde tutarak anlamaya çalışmayı öneriyor. Yaşanılan dönemsel değişimlerin belirli bir alanda nasıl dönüşümlere yol açtığını gözlemlemeye çalışmak da bir başka önerisi. Bu arada, farklı düşünsel yaklaşımlar içerisinde tarihin edebiyat üzerinden “güncellenmesi”, dünya görüşüne bağlı olarak yeniden üretimiyle ilgili bazı küçük veriler de sunuyor.
Ama öte yandan bu çalışma hiçbir şey de vaat etmiyor. Bu kitapta bir siyasal düşüncenin kusursuz bir gelişim tarihini bulamayacaksınız. Türk edebiyatında tarihi roman türünün bütün özellikleri ya da yazarları da yok burada. Çevrenizde ilgi odağı haline gelmeniz için faydalı olabilecek özel bilgiler de veremeyeceğim. Size vaat edebileceğim, belki biraz merakınızı uyandırabilmek, biraz kafanızı karıştırabilmek ve en çok umut ettiğim de belirlenmiş, sabit bir bakış açısından, ezberlenmiş şablonlardan çıkarak yeni bir şeyler okumanızı, yeni bakış açılarını sorgulamanızı sağlayabilmek.