Tasavvuf klasiklerinin ortaya koyduğu tarihsel birikim, tasavvufun genel karakterini yansıtmakla birlikte, tarihsel süreçte bu hareketin geçirdiği fikrî evreler ile farklı coğrafya, kültür ve iklimlerin etkisiyle gelişen yaklaşımlar dikkate alındığında, farklı tasavvuf algılarının ortaya çıktığını görmek mümkündür. Dolayısıyla tasavvufu doğru anlayabilmenin ve onu hakikatiyle kavrayabilmenin yolu bu hareketin tarihini öğrenmekten geçer. Bugüne kadar klasik eserler bu işlevi görmüşlerse de yeni eğitim-öğretim sistem ve teknikleri müvacehesinde Tasavvuf tarihinin bir bilim dalı olarak okutulması fikri 1846'lara kadar iner. 1869'da kurulan Dâru'l-Fünûn Müessesesi, 1871'de kapanınca 1900'de yeniden kurulur ve 1908 ile birlikte Maârif Bakanı Emrullah Efendi (ö. 1914)'nin projesiyle olgunlaşarak tasavvuf tarihi dersleri okutulur. 1914-15 yıllarında Mehmet Ali Aynî (ö. 1945)'nin bu dersleri okuttuğu bilinmektedir. Klasik tasavvuf kitapları içerisinde tasavvuf tarihi açısından çok kıymetli eserler elbette mevcuttur ancak Tasavvuf tarihi, adıyla bu ilmin tarihinin yazımı ve bu adla ilmi sahalardaki mevcut çalışmalar son iki yüzyılda telif edilmiştir. M. Ali Aynî (ö. 1945), Ebu'l-Ula Afifi (ö. 1966), Fuad Köprülü (ö. 1966), Abdulhaim Mahmud (ö. 1978), Ebu'l-Vefâ et-Taftazânî (ö. 1994), Abdurrahman Bedevî (ö. 2002), alana ilişkin çalışmalar yapmışlardır. Ancak şu bir gerçektir ki Batı'daki tasavvuf tarihi araştırmaları bizden daha önce başlamış ve daha ileri düzeyde bir malzeme birikimi ortaya çıkmıştır. Müsteşriklerden R. Nicolson (ö. 1945), Louis Massignon (ö. 1962), Arthur Arbery (ö. 1970), Titus Burckhart (ö. 1984), Annemarie Schimmel (ö. 2003) ilk akla gelenlerdir. İdeolojiler çağının etkisiyle yaklaşık 50 yıllık bir kesintinin ardından bugün, dine dönüş yüzyılı olarak adlandırabileceğimiz 21. yy'da, tasavvufa ilgi de giderek artmaktadır. Bu öğretinin farklı meşrep ve biçimleri, İ??slâm dünyasının her yöresinde hem fikri ve hem ameli düzeyde varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devleti'nin resmi düşüncesi olacak kadar Osmanlı ilim çevrelerinde, bürokraside, halkın yaşam biçimi ve devletin siyasetinde etkili bir alandan söz ediyoruz
Tasavvuf klasiklerinin ortaya koyduğu tarihsel birikim, tasavvufun genel karakterini yansıtmakla birlikte, tarihsel süreçte bu hareketin geçirdiği fikrî evreler ile farklı coğrafya, kültür ve iklimlerin etkisiyle gelişen yaklaşımlar dikkate alındığında, farklı tasavvuf algılarının ortaya çıktığını görmek mümkündür. Dolayısıyla tasavvufu doğru anlayabilmenin ve onu hakikatiyle kavrayabilmenin yolu bu hareketin tarihini öğrenmekten geçer. Bugüne kadar klasik eserler bu işlevi görmüşlerse de yeni eğitim-öğretim sistem ve teknikleri müvacehesinde Tasavvuf tarihinin bir bilim dalı olarak okutulması fikri 1846'lara kadar iner. 1869'da kurulan Dâru'l-Fünûn Müessesesi, 1871'de kapanınca 1900'de yeniden kurulur ve 1908 ile birlikte Maârif Bakanı Emrullah Efendi (ö. 1914)'nin projesiyle olgunlaşarak tasavvuf tarihi dersleri okutulur. 1914-15 yıllarında Mehmet Ali Aynî (ö. 1945)'nin bu dersleri okuttuğu bilinmektedir. Klasik tasavvuf kitapları içerisinde tasavvuf tarihi açısından çok kıymetli eserler elbette mevcuttur ancak Tasavvuf tarihi, adıyla bu ilmin tarihinin yazımı ve bu adla ilmi sahalardaki mevcut çalışmalar son iki yüzyılda telif edilmiştir. M. Ali Aynî (ö. 1945), Ebu'l-Ula Afifi (ö. 1966), Fuad Köprülü (ö. 1966), Abdulhaim Mahmud (ö. 1978), Ebu'l-Vefâ et-Taftazânî (ö. 1994), Abdurrahman Bedevî (ö. 2002), alana ilişkin çalışmalar yapmışlardır. Ancak şu bir gerçektir ki Batı'daki tasavvuf tarihi araştırmaları bizden daha önce başlamış ve daha ileri düzeyde bir malzeme birikimi ortaya çıkmıştır. Müsteşriklerden R. Nicolson (ö. 1945), Louis Massignon (ö. 1962), Arthur Arbery (ö. 1970), Titus Burckhart (ö. 1984), Annemarie Schimmel (ö. 2003) ilk akla gelenlerdir. İdeolojiler çağının etkisiyle yaklaşık 50 yıllık bir kesintinin ardından bugün, dine dönüş yüzyılı olarak adlandırabileceğimiz 21. yy'da, tasavvufa ilgi de giderek artmaktadır. Bu öğretinin farklı meşrep ve biçimleri, İ??slâm dünyasının her yöresinde hem fikri ve hem ameli düzeyde varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devleti'nin resmi düşüncesi olacak kadar Osmanlı ilim çevrelerinde, bürokraside, halkın yaşam biçimi ve devletin siyasetinde etkili bir alandan söz ediyoruz