Türkiye'de son yıllarda tarihsel analizlerin yapıldığı siyasi tarih çalışmalarını sıkça görmekteyiz. Bu çalışma ise bundan daha fazlasını, öz bir metinle ve sosyolojik bir perspektifle yapabilmeyi vaadediyor. Türkiye'nin siyasal tarihini siyasal kültür merkezli ele alan çok az çalışmanın olması bu kitabın önemini daha fazla arttırmaktadır. Kitabın temel vurgusu, devlet merkezli siyasal kültürün Türkiye'de demokratik bir siyasal kültürün gelişmesi önündeki en büyük engel olduğudur. Kitap; bu siyasal kültürün tarihsel izlerini Selçukludan Osmanlı'ya ve oradan da Cumhuriyet'e miras kalan öğelerle ele alarak günümüze dek eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmektedir. Bu düzlemde ilerleyen çalışmaya göre Türkiye'de devlet; toplumsal temeli olmayan, gökten inme, kutsal, sorgulanmayan, eleştiril(e)meyen bir aygıt, Hobbes'in ifadesinde olduğu üzere Leviathan'dır (Dev). Bu özellikleri ile Türkiye'de siyasal kültürün de en önemli özelliği devlet merkezliliktir. Toplumsal zemini olmayan, bütün yaşam alanlarını belirleyen devlet, diğer bütün alanları çevreleştirir ve bu nedenle de Türkiye'de siyasal kültür merkez-çevre ikilemine göre en doğru biçimde anlaşılabilir. Türkiye'de siyasal iktidarı ele geçirmek ya da elinde bulundurmak tüm yaşam alanlarını belirleyebilmenin en meşru yolu olagelmiştir. Osmanlı'da Osmanoğulları ailesinin kontrol ettiği devlet kurumu devlet ile Osmanoğullarının özdeşleşmesine yol açmış, devlet adeta ailenin mülkü haline gelmiştir. Cumhuriyet ile birlikte egemenliğin kaynağı değişmiş, millet tek meşru egemen kabul edilmiştir. Tek parti döneminde Cumhuriyet'in kurucu kadrosu devletle kendisini bir görmüş ve devleti kendi kontrollerinde bir aygıt olarak inşa etmiştir. 1950 sonrası bu iktidarın gerilemesi sonrası siyasete de müdahaleler gecikmemiş, 2000'li yıllara dek bu müdahale anlayışı canlı kalmıştır ve hala da tam olarak bitmiş değildir. Bu patrimonyal zihniyetin izleri günümüzde hala yerinde durmakta, siyaset yapıcılar merkezi (devlet) ele geçirerek meşruiyetlerini de inşa etmektedirler. Bu özelikleri ile Türkiye'de Cumhuriyet'in kuruluşundan beri inşa edilmeye çalışılan batı tipi, modern, demokratik bir devlet ve toplumsal yapı bir ideal olarak kalmaya devam etmektedir.
Türkiye'de son yıllarda tarihsel analizlerin yapıldığı siyasi tarih çalışmalarını sıkça görmekteyiz. Bu çalışma ise bundan daha fazlasını, öz bir metinle ve sosyolojik bir perspektifle yapabilmeyi vaadediyor. Türkiye'nin siyasal tarihini siyasal kültür merkezli ele alan çok az çalışmanın olması bu kitabın önemini daha fazla arttırmaktadır. Kitabın temel vurgusu, devlet merkezli siyasal kültürün Türkiye'de demokratik bir siyasal kültürün gelişmesi önündeki en büyük engel olduğudur. Kitap; bu siyasal kültürün tarihsel izlerini Selçukludan Osmanlı'ya ve oradan da Cumhuriyet'e miras kalan öğelerle ele alarak günümüze dek eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmektedir. Bu düzlemde ilerleyen çalışmaya göre Türkiye'de devlet; toplumsal temeli olmayan, gökten inme, kutsal, sorgulanmayan, eleştiril(e)meyen bir aygıt, Hobbes'in ifadesinde olduğu üzere Leviathan'dır (Dev). Bu özellikleri ile Türkiye'de siyasal kültürün de en önemli özelliği devlet merkezliliktir. Toplumsal zemini olmayan, bütün yaşam alanlarını belirleyen devlet, diğer bütün alanları çevreleştirir ve bu nedenle de Türkiye'de siyasal kültür merkez-çevre ikilemine göre en doğru biçimde anlaşılabilir. Türkiye'de siyasal iktidarı ele geçirmek ya da elinde bulundurmak tüm yaşam alanlarını belirleyebilmenin en meşru yolu olagelmiştir. Osmanlı'da Osmanoğulları ailesinin kontrol ettiği devlet kurumu devlet ile Osmanoğullarının özdeşleşmesine yol açmış, devlet adeta ailenin mülkü haline gelmiştir. Cumhuriyet ile birlikte egemenliğin kaynağı değişmiş, millet tek meşru egemen kabul edilmiştir. Tek parti döneminde Cumhuriyet'in kurucu kadrosu devletle kendisini bir görmüş ve devleti kendi kontrollerinde bir aygıt olarak inşa etmiştir. 1950 sonrası bu iktidarın gerilemesi sonrası siyasete de müdahaleler gecikmemiş, 2000'li yıllara dek bu müdahale anlayışı canlı kalmıştır ve hala da tam olarak bitmiş değildir. Bu patrimonyal zihniyetin izleri günümüzde hala yerinde durmakta, siyaset yapıcılar merkezi (devlet) ele geçirerek meşruiyetlerini de inşa etmektedirler. Bu özelikleri ile Türkiye'de Cumhuriyet'in kuruluşundan beri inşa edilmeye çalışılan batı tipi, modern, demokratik bir devlet ve toplumsal yapı bir ideal olarak kalmaya devam etmektedir.