"Öğretmenimiz anlatmıştı: Büyük şehirlerde tiyatro oyunları oynanır; kanlı canlı insanlar sahnede kendilerinden başka birini yaşar, taklit ederlermiş. Bazen kral, bazense bir köle... Kılıktan kılığa girer, rol yaparlarmış seyirci karşısında. Ta ki perde kapanıncaya kadar... Zehra'nın üstünde ışıldayarak duran takılar, allar pulların da hepsi birer ksotümdü. Perde kapanacak ve Zehra yine Ulukışla köyünden Rençber Mehmet'in kızı olacaktı. Hem de anne babasından çok uzak bir memlekette, babası yaşında bir adamla..." Kırmızı
"Bu şehrin burnumun içinde işlemiş kokuları dışında hiçbir şey hissedemez olmuştum. O kadar farklıydı ki burası; şehirden de köyden de ayrı, arafta kalmış bir dünya. Arafta bırakılmıl insanların dünyası. Eski dünyanın başlangıcı yeni dünyaya açılan kapının ise sonu. Bize de o iki kapı arasında gidip gelmek düştü..." Sıla / Araf / Gurbet
"Mekansızdık. İnsanlar bizi orada "Yabancı" burada "Almancı" diye yaftalamışlardı. Hayallerim ve yaşadıklarımın muhakemesi, o andan sonra hiç gitmemek üzere yerleşti belleğime. Yaşamın bundan sonraki diliminin başka bir başlığı vardı; Mekansız..." Mekansız
"Gökyüzü içimdeki acıyı bastırmak istercesine gözyaşlarını üzerime yağdırıyordu. Gözlerimi kapadım. Rüzgarın uğultusuna kulak verdim. Birden her yer aydınlandı. Bir film şeridi gibi geçmişti tüm yaşadıklarım gözümün önünden. Derin bir nefes alıp toprak kokusunu içime çektim. Toprak..." Masumiyet
"Bahçe kapısından çıkmadan önce evimize son bir kez baktım. Annemlerin altında komşularla oturup çay içtiği ağaç, bahçeyi çevreleyen, babamın kendi elleriyle yaptığı mavi renkli çitler, bahçenin köşesindeki limon ağacına annemin benim için kurduğu salıncak ve bu eve, çocukluğuma dair tüm anıları kazımaya çalışıyordum..." Mübadil
"Umut'un içindeki merhameti, sevgiyi, iyiliği daha o gün anlamıştım. Ufak tefek narin elleri, okyanusları andıran mavi gözleri, ince ve seyrek kaşları, saraya yakın ipek gibi saçalrı vardı. Bakışları o kadar sıcaktı ki, size bir kere baksa huzuru iliklerinize kadar hissedebilirdiniz..." Umut
"Öğretmenimiz anlatmıştı: Büyük şehirlerde tiyatro oyunları oynanır; kanlı canlı insanlar sahnede kendilerinden başka birini yaşar, taklit ederlermiş. Bazen kral, bazense bir köle... Kılıktan kılığa girer, rol yaparlarmış seyirci karşısında. Ta ki perde kapanıncaya kadar... Zehra'nın üstünde ışıldayarak duran takılar, allar pulların da hepsi birer ksotümdü. Perde kapanacak ve Zehra yine Ulukışla köyünden Rençber Mehmet'in kızı olacaktı. Hem de anne babasından çok uzak bir memlekette, babası yaşında bir adamla..." Kırmızı
"Bu şehrin burnumun içinde işlemiş kokuları dışında hiçbir şey hissedemez olmuştum. O kadar farklıydı ki burası; şehirden de köyden de ayrı, arafta kalmış bir dünya. Arafta bırakılmıl insanların dünyası. Eski dünyanın başlangıcı yeni dünyaya açılan kapının ise sonu. Bize de o iki kapı arasında gidip gelmek düştü..." Sıla / Araf / Gurbet
"Mekansızdık. İnsanlar bizi orada "Yabancı" burada "Almancı" diye yaftalamışlardı. Hayallerim ve yaşadıklarımın muhakemesi, o andan sonra hiç gitmemek üzere yerleşti belleğime. Yaşamın bundan sonraki diliminin başka bir başlığı vardı; Mekansız..." Mekansız
"Gökyüzü içimdeki acıyı bastırmak istercesine gözyaşlarını üzerime yağdırıyordu. Gözlerimi kapadım. Rüzgarın uğultusuna kulak verdim. Birden her yer aydınlandı. Bir film şeridi gibi geçmişti tüm yaşadıklarım gözümün önünden. Derin bir nefes alıp toprak kokusunu içime çektim. Toprak..." Masumiyet
"Bahçe kapısından çıkmadan önce evimize son bir kez baktım. Annemlerin altında komşularla oturup çay içtiği ağaç, bahçeyi çevreleyen, babamın kendi elleriyle yaptığı mavi renkli çitler, bahçenin köşesindeki limon ağacına annemin benim için kurduğu salıncak ve bu eve, çocukluğuma dair tüm anıları kazımaya çalışıyordum..." Mübadil
"Umut'un içindeki merhameti, sevgiyi, iyiliği daha o gün anlamıştım. Ufak tefek narin elleri, okyanusları andıran mavi gözleri, ince ve seyrek kaşları, saraya yakın ipek gibi saçalrı vardı. Bakışları o kadar sıcaktı ki, size bir kere baksa huzuru iliklerinize kadar hissedebilirdiniz..." Umut