Kırgızistan. Orta Asya'da yer alan kardeş Türk devletlerinden biri. Onun ismi geçtiği zaman, insanlar genelde Manas Destanı ile Cengiz Aytmatov'u hatırlarlar. Kırgızistan, köklü tarihi boyunca ismi gelecek nesillere kalan büyük insanları yetiştirmesinin yanı sıra, birçok üzücü olayı da yaşamıştır. Bunların şüphesiz en büyüklerinden biri, hatta birincisi, 1916 yılında yaşanan ve "Ürkün" diye adlandırılan hadise olsa gerektir.
Kendi halinde, genelde göçebe hayat sürmekte olan Kırgız halkı, 1850'li yıllarda sömürgeci/yayılmacı siyaset güden Çarlık Rusya'sının öncü seyyahları ile çiftçilerine kucak açarken, o ilk gelenlerin torunlarının, aradan 50 küsur yıl geçmeden onları ata yurtlarından kovmak isteyeceklerini bilemezdi. Uzun bir süreden beri her hangi bir savaşa katılmadığı için savaş tecrübesi olmayan Kırgız halkı, sofrasına buyur ettiği insanlardan darbe yemenin şaşkınlığı ve korkusuyla, mecburi istikamet olarak Çin'e kaçmak zorunda kalır. Ama bu kaçış arkada yakılıp yıkılan köyleri, sayısı bellisiz suçsuz yere ölen insanları, yol boyunca karlı geçitlerin soğuğuna teslim olan cansız bedenleri, Çin'de karnını doyurmak için bir kova buğdaya değiştirilen sayısız çocuğun gözyaşlarını ortaya çıkarır.
Roman, bu hadisenin oluşmasını, sürmesini ve sonuçlanmasını, tarihi belgeler ile bu hadisenin bire bir şahitlerinin arılattıklarından hareketle incelemeye tabi tutup okurların dikkatine sunmaktadır. Kitap okunduğu zaman görülecektir ki, birbirinden uzak olan Kırgızistan ile Türkiye arasında, -Orta Asya'dan gelindikten sonra- ta Osmanlı Beyliğinin kurulduğu yıllardan, yıkıldığı yıllara kadar uzanan bir kardeşlik hukuku vardır. Bunun en güzel göstergeleri kitabın sayfalarındaokurlarını beklemektedir.
Kırgızistan. Orta Asya'da yer alan kardeş Türk devletlerinden biri. Onun ismi geçtiği zaman, insanlar genelde Manas Destanı ile Cengiz Aytmatov'u hatırlarlar. Kırgızistan, köklü tarihi boyunca ismi gelecek nesillere kalan büyük insanları yetiştirmesinin yanı sıra, birçok üzücü olayı da yaşamıştır. Bunların şüphesiz en büyüklerinden biri, hatta birincisi, 1916 yılında yaşanan ve "Ürkün" diye adlandırılan hadise olsa gerektir.
Kendi halinde, genelde göçebe hayat sürmekte olan Kırgız halkı, 1850'li yıllarda sömürgeci/yayılmacı siyaset güden Çarlık Rusya'sının öncü seyyahları ile çiftçilerine kucak açarken, o ilk gelenlerin torunlarının, aradan 50 küsur yıl geçmeden onları ata yurtlarından kovmak isteyeceklerini bilemezdi. Uzun bir süreden beri her hangi bir savaşa katılmadığı için savaş tecrübesi olmayan Kırgız halkı, sofrasına buyur ettiği insanlardan darbe yemenin şaşkınlığı ve korkusuyla, mecburi istikamet olarak Çin'e kaçmak zorunda kalır. Ama bu kaçış arkada yakılıp yıkılan köyleri, sayısı bellisiz suçsuz yere ölen insanları, yol boyunca karlı geçitlerin soğuğuna teslim olan cansız bedenleri, Çin'de karnını doyurmak için bir kova buğdaya değiştirilen sayısız çocuğun gözyaşlarını ortaya çıkarır.
Roman, bu hadisenin oluşmasını, sürmesini ve sonuçlanmasını, tarihi belgeler ile bu hadisenin bire bir şahitlerinin arılattıklarından hareketle incelemeye tabi tutup okurların dikkatine sunmaktadır. Kitap okunduğu zaman görülecektir ki, birbirinden uzak olan Kırgızistan ile Türkiye arasında, -Orta Asya'dan gelindikten sonra- ta Osmanlı Beyliğinin kurulduğu yıllardan, yıkıldığı yıllara kadar uzanan bir kardeşlik hukuku vardır. Bunun en güzel göstergeleri kitabın sayfalarındaokurlarını beklemektedir.