Selîm Dîvane, XVIII. asırda yaşayan Kırımlı bir Türk mutasavvıfıdır. Gençlik yıllarında İstanbul'da medrese öğrenimi görmüş sonra Bosna'ya kadı olarak tayin edilmiştir. Bu vazifesi sırasında tasavvufa meylederek kadılığı bırakan mutasavvıf, Kesriye'ye gelip burada Kadiriyye'den bir mürşide bağlanarak tasavvuf eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra mürşidi tarafından önce Üsküp'e, sonra Selanik'e bağlı Köprülü'ye gönderilerek irşad faaliyetlerini sürdürmüştür.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Divane hayatının sonuna kadar Köprülü'de yaşamış ve burada vefat etmiştir (1757). Yazmış olduğu şiirlerinde Dîvane mahlasını kullanan mutasavvıf, şimdiki bilgilerimize göre iki önemli eser bırakmıştır: Bunlar "Burhanü'l-Arifin ve Necatü'l-Gafilin" ve "Miftahu Müşkilati'l-Arifîn ve Adabu Tariki'l-Vasilin" adlarıyla kaleme alınmışlardır. Her iki eser de mensur ve manzum karışık olup tasavvuf düşüncesini ve bilhassa vahdet-i vücûd anlayışını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Müellifin bu iki eserde ısrarla vurguladığı en önemli konu tasavvufta yanlış anlaşılan hususlarla mutasavvıf geçinen bazı kişilerin yanlış anlaşılmalara sebep olan düşüncelerini tashîh etmektir.
Selîm Dîvane, XVIII. asırda yaşayan Kırımlı bir Türk mutasavvıfıdır. Gençlik yıllarında İstanbul'da medrese öğrenimi görmüş sonra Bosna'ya kadı olarak tayin edilmiştir. Bu vazifesi sırasında tasavvufa meylederek kadılığı bırakan mutasavvıf, Kesriye'ye gelip burada Kadiriyye'den bir mürşide bağlanarak tasavvuf eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra mürşidi tarafından önce Üsküp'e, sonra Selanik'e bağlı Köprülü'ye gönderilerek irşad faaliyetlerini sürdürmüştür.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Divane hayatının sonuna kadar Köprülü'de yaşamış ve burada vefat etmiştir (1757). Yazmış olduğu şiirlerinde Dîvane mahlasını kullanan mutasavvıf, şimdiki bilgilerimize göre iki önemli eser bırakmıştır: Bunlar "Burhanü'l-Arifin ve Necatü'l-Gafilin" ve "Miftahu Müşkilati'l-Arifîn ve Adabu Tariki'l-Vasilin" adlarıyla kaleme alınmışlardır. Her iki eser de mensur ve manzum karışık olup tasavvuf düşüncesini ve bilhassa vahdet-i vücûd anlayışını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Müellifin bu iki eserde ısrarla vurguladığı en önemli konu tasavvufta yanlış anlaşılan hususlarla mutasavvıf geçinen bazı kişilerin yanlış anlaşılmalara sebep olan düşüncelerini tashîh etmektir.