Fransız filozof Etienne Balibar Yurttaşlık kitabında Batı'daki anayasa kuramının ve demokrasi kavramının gelişiminin izlerini sürüyor. “İhtilaflı demokrasi” olarak adlandırdığı yeni bir demokratik anlayış çerçevesinde sosyal demokrasiden ulus-devlete, sivil direnişten ayaklanmaya kadar uzanan yeni bir siyasi-devrimci hattın olanağını araştırıyor. Hem devlet, hem kamu hem de halk düzlemlerinde demokrasinin demokratikleştirilmesi ve demokrasiden kopuş süreçlerini ayrıntılandırıyor.
“Demokrasinin demokratikleştirilmesi sürekli bir dönüşümü anlatır ve fiili siyasi pratiklere göre bir farkı belirtir. Siyasi pratikleri, mevcut kurumlardaki demokrasi eksikliği ile açıkça yüz yüze gelecek ve onları az çok kökten dönüştürecek şekilde yerinden eden bir “diferansiyel”dir [farklılaştırıcıdır]. Etkin yurttaş bu dönüşümün failidir. İşte bu nedenle her zaman ayaklanma ve devrim kavramlarıyla bir bağı muhafaza eder, sadece kurumsal sürekliliği kesintiye uğratan şiddetli ya da barışçıl basit bir “olay” anlamında değil ama biçimleri ve hedefleri değişken tarihsel koşullara bağlı durmadan yeniden başlayan bir süreç anlamında böyledir bu. Sürekli bir dönüşüm olmaksızın, anı, mit ya da propoganda aracı olmak dışında, öylece hakiki bir demokrasi yoktur. Ama böyle bir dönüşüm de sınırları ve tanınan kurumsal biçimleri ihlal etmelidir. Claude Lefort'un (1981) ifadesiyle bir "demokratik icat” barındırmalıdır.
Bir toplumun ya da (kapitalizm gibi) bir ekonomik sistemin, kendileri demokratik olmayan, hatta anti-demokratik olan yollarla ya da usullerle demokratik dönüşümü kökten biçimde imkânsızdır. 20. yüzyılda komünizmin ve sosyalizmin trajik tarihinin (ve dolayısıyla, siyasi ihtilafın “devlet” karşısında bir “karşı-devlet” kurduğu bir örgütlenme teorisi ve pratiği sayesinde yeniden simetri kazandığı “proletarya diktatörlüğü” üzerine tartışmaların) ve de anti-emperyalist ulusal özgürlük hareketlerinin verdiği ders budur. Böylece şu fikir yeniden kendini dayatır: Siyasi bir güç ya da hareketin toplumu demokratikleştirebilmesinin koşulu, bunların kendilerinin hem hedefleri hem de içsel işleyişleri bakımından, karşı çıktıkları sistemden daha demokratik olmalarıdır.teslim olması ve nihayetinde kendine karşı dönmesidir..."
Fransız filozof Etienne Balibar Yurttaşlık kitabında Batı'daki anayasa kuramının ve demokrasi kavramının gelişiminin izlerini sürüyor. “İhtilaflı demokrasi” olarak adlandırdığı yeni bir demokratik anlayış çerçevesinde sosyal demokrasiden ulus-devlete, sivil direnişten ayaklanmaya kadar uzanan yeni bir siyasi-devrimci hattın olanağını araştırıyor. Hem devlet, hem kamu hem de halk düzlemlerinde demokrasinin demokratikleştirilmesi ve demokrasiden kopuş süreçlerini ayrıntılandırıyor.
“Demokrasinin demokratikleştirilmesi sürekli bir dönüşümü anlatır ve fiili siyasi pratiklere göre bir farkı belirtir. Siyasi pratikleri, mevcut kurumlardaki demokrasi eksikliği ile açıkça yüz yüze gelecek ve onları az çok kökten dönüştürecek şekilde yerinden eden bir “diferansiyel”dir [farklılaştırıcıdır]. Etkin yurttaş bu dönüşümün failidir. İşte bu nedenle her zaman ayaklanma ve devrim kavramlarıyla bir bağı muhafaza eder, sadece kurumsal sürekliliği kesintiye uğratan şiddetli ya da barışçıl basit bir “olay” anlamında değil ama biçimleri ve hedefleri değişken tarihsel koşullara bağlı durmadan yeniden başlayan bir süreç anlamında böyledir bu. Sürekli bir dönüşüm olmaksızın, anı, mit ya da propoganda aracı olmak dışında, öylece hakiki bir demokrasi yoktur. Ama böyle bir dönüşüm de sınırları ve tanınan kurumsal biçimleri ihlal etmelidir. Claude Lefort'un (1981) ifadesiyle bir "demokratik icat” barındırmalıdır.
Bir toplumun ya da (kapitalizm gibi) bir ekonomik sistemin, kendileri demokratik olmayan, hatta anti-demokratik olan yollarla ya da usullerle demokratik dönüşümü kökten biçimde imkânsızdır. 20. yüzyılda komünizmin ve sosyalizmin trajik tarihinin (ve dolayısıyla, siyasi ihtilafın “devlet” karşısında bir “karşı-devlet” kurduğu bir örgütlenme teorisi ve pratiği sayesinde yeniden simetri kazandığı “proletarya diktatörlüğü” üzerine tartışmaların) ve de anti-emperyalist ulusal özgürlük hareketlerinin verdiği ders budur. Böylece şu fikir yeniden kendini dayatır: Siyasi bir güç ya da hareketin toplumu demokratikleştirebilmesinin koşulu, bunların kendilerinin hem hedefleri hem de içsel işleyişleri bakımından, karşı çıktıkları sistemden daha demokratik olmalarıdır.teslim olması ve nihayetinde kendine karşı dönmesidir..."